M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

MADIMAK SİZİN NEYİNİZ OLUR? -1

Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu?" soruları hemen her kesimin kendi doğrularını savunması ve parlatmasıyla hala sisli olsa da; insan, bir taraftan bu mümbit coğrafyada Anadolu gibi zengin bir açık hava kütüphanesinin göğsünden hikmet emerken, öbür taraftan da henüz 30 yıllık bir geçmişe ait hakikate bile ulaşamamanın sancısı ile kavruluyor.

Zira kendini laik ve seküler olarak tanıtan grup, bu işin sorumlusu “radikal” Müslümanlardır diyerek, tarihte yaşanan benzer olayları örnek gösterip bu işin sorumlusu “muhafazakâr” kesimdir diyor; bu yaftayı kabul etmeyen muhafazakâr kesim ise “bu bir provokasyondu, her şey Sünni kesimi Alevi kesime karşı kışkırtmak için bir kurgudan ibaretti” diyor. Yaşanan bu acı olayın baş faili olarak Aziz Nesin’in bazı açıklamalarını gösterenler de “azımsanmayacak” durumda. 

İşin tuhafı aradan geçen onca süreye rağmen hangisinin doğru olduğu, hangi tarafın hakikati haykırdığı da koyu bir sis perdesi altında kişinin içinde bulunduğu çevreye, aldığı eğitime, sosyo- ekonomik durumuna ve pek tabi ki sahip olduğu ideolojik düşünceye göre değişiyor.

Yani aslında yaklaşık 30 yıldır “Madımak” hakkında çokça şey yazıldı, çokça şey söylendi.  Türküler yakıldı, kitaplar yazıldı, şarkılar bestelendi, ağıtlar göklere yükseldi. Ama acılar dinmedi, yaralar kapanmadı. Çünkü bu katliamın fail ya da failleri, aradan geçen onca süreye rağmen bulun(a)madı.

Resmi kayıtlara “tahrik” olarak geçen bu makûs olayın hedefi açıkça Alevi-Sünni çatışması yaratmak ve toplumu geri dönülemez bir kargaşaya götürmek olsa da; ikisi otel görevlisi 35 kişinin canına mal olan bu olayın aradan geçen onca süreye rağmen hala aydınlatıl(a)mamış olması, bizim adalet kavramından ne anladığımızı da yazık ki gösteriyor.

Dolayısıyla bu iş, ne “unutursak kalbimiz kurusun” gibi hamasi ve ruhsuz sloganlarla geride kalanların acısını hafifletmeye çalışacak kadar basit; ne de “zamanaşımına uğradı” diyerek üstü örtülecek kadar sıradan.

Çünkü kabul edip görmek istemesek de;

İnandıklarını cesurca söyleme cesareti olanlar, insanlığın geleceğini aydınlatıyorlar ve yaşadıkları çağın soyluları olarak yaktıkları düşünce ateşine atılsalar bile, sadece bedenleri yok oluyor, fikirleri yaşamaya devam ediyor. Victor Hugo ‘Bir idam mahkûmunun son günü’ romanında bu durumu ‘sepete kellesi düşen insanların ömrünün, o kelleyi kesen ve bu durumu alkışlayanlardan çok daha uzun olduğunu’ söyleyerek anlatıyor. 

Bana sorarsanız; insanları sözüm ona din ve şeriat(!) uğruna, Allah adına(!) yakan bir anlayış da, o yangına seyirci kalan zihin de, bu ülkenin mütefekkir kesimine yapılan bu saldırıya sessiz kalan algı da aynı ortak paydadadır ve kıblesi insan olan benim gibi birileri için hepsi de lanetlidir.

Zira hiçbir fikir ve ideoloji insan canından daha önemli olamaz. Hiçbir semavi din anlayışında insan canına kasıt bulun(a)maz. Hiçbir düşünce, insanı paranteze alıp veya yok sayıp kendi kutsallarını yüceltemez. Gönüller fethetmeyi emreden ilahi hitaba inandığını söyleyen ve bu inançla “Müslüman” olduğunu belirten biri veya birileri, bırakın insan yakmayı bir karıncayı dahi incitemez.

İşte bu yüzden “yeniden” haykırmak lazım;

Eğer bilerek, isteyerek, farkındalıkla bırak bir insanı incitmeyi, diri diri yakmayı, onun acısı üzerinde tepinmeyi; yerdeki bir karıncaya dahi zarar verdiğinde yüreğin burkulmuyor, sol yanın acımıyorsa senin tüm doğrularının canı cehenneme. 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi