M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

LAİKLİK (3)

Çünkü batı toplumlarının, modernlik dediği “tabiata hükmetme” sürecinde takındığı seküler anlayışta devlet işlerine müdahale eden, hatta çoğu kez bu işlerin bizzat içinde bulunan bir “din hegamonyası” vardı ve Kilise Hıristiyanlığı, insan iradesini yok sayıyor, insanın özgürlüğünü ipotek altına alıyordu. 

Kısaca özetlemek gerekirse Rönesans hareketlerinin de varlığına annelik yapan bu baskıcı dinsel anlayış, aynı zamanda laikliğin çıkışına da meydan hazırlamıştır! Yani laiklik bir anlamda dinsel baskının devlet işlerindeki varlığını ortadan kaldırmak için ortaya çıkmıştır. 

Peki bence “laiklik” nedir?

Sizi bilmem ama benim zihnimden kalbime damlayan, aklımla kalbimin buluştuğu noktada “laiklik” tanımımı çağlar ötesinden ilmin kapısı Hz Ali(ra) çok güzel özetlemiş; “devletin dini adalettir” diye! Zira, benim penceremde “laiklik” dediğiniz kurum, tam da bu cümlenin ete kemiğe bürünmüş hali ve bugünkü anlamıdır!

Neden?

Çünkü; devlet dediğimiz kurumlar bütünü, herhangi bir inancı, yaşam biçimini, değerleri yok saymak ya da dayatmak ile değil; tam aksine vatandaş tüm bunları özgürce yaşayabilsin diye vardır, olmalıdır. 

Ancak pek tabi ki, ağacın köklerini korumak, milli ve manevi dinamikleri mutlak surette “namus” bilmek şartıyla! Zira, kendi geçmişinden ve onu besleyen manevi dinamiklerden kopuk tepeden inme bir anlayış, hem geçmişle gelecek arasındaki bağı kesecek, hem de takdir edersiniz ki kökü olmayan ağaç göklere yüksel(e)meyecektir.

Yanisi, evet “laiklik” olmalı ve korunmalıdır. 

Ama bu ne seküler kesimin pompaladığı “irtica korkusu” ile gücü eline geçirdiğinde muhafazakâr kesimin inancını, yaşam biçimini, değerlerini gasp etmek ve amacına ulaşmak için tezgahlar kurmakla olur, ne de muhafazakâr kesimin kanayan yerlerini göstererek bir “intikam” duygusu içinde tüm toplumu “dindar(!)” yapmalıyım anlayışı ile hayat bulur!

Çünkü din, kişiye bizzat O’nu Yaratan kudretin teklif ettiği ama bu teklifte zorlamadığı ve seçimi verdiği hür iradesine bıraktığı bir yaşam biçimidir. 

Kişi, bunu yaşayıp yaşamamakta bizzat Yaratıcısı tarafından özgür bırakılmış ve dinsel terminolojide anılan “cennet ve cehennem” kavramları da bu özgürlük ve seçimin sonucu olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla buna hiç kimsenin bir dayatması veya engellemesi olmamalıdır. 

Yapılması gereken şey; bu konuda gerekli eğitimin verilmesi, doğru ile yanlışın “vicdan köklerinin” beslenerek öğretilmesi, geri kalan kısmın ise kişinin hür iradesine bırakılması ve bu hür iradenin hayata yansıma özgürlüğünün de bizzat devlet tarafından teminat altına alınmasıdır.

Bunu yapmadığınız, yapamadığınız takdirde veya baskıcı bir anlayışla hareket edip ısrarla din kavramını, dinsel ritüelleri dikte etmeye veya engellemeye çalıştığınız takdirde muhatabınızın size gücü yetiyorsa düşman, gücü yetmiyorsa ise münafık üretirsiniz. 

Bugün “din yorgunu” gençlerin, söylem ve eylemleri birbirini yalanlayan; dedesi gibi düşünüp çağın gerektirdiği gibi yaşayan; inancı ve dinamikleri ile çağa şekil vermek yerine çağın şeklini alan büyüklerine bakarak ısrarla dinden soğumaları ve göz ardı edilemeyecek bir hızla “izm”li kavramlara sapmalarının altında başkaca sebep aramak da kanımca beyhudedir!

Yazının bütününü esas alıp bu açıklamalar ışığında baktığınızda, ilerleme ve çağdaşlaşmanın önünde geleneksel anlayışı “İslam” zannedip, elinden “irtica” sopasını bırakmayan seküler kesim, suyun membaındaki İslam’ı kesinlikle bilmemektedir

Ancak!

Laiklik kavramını yaşatılan zulümlerden, aldığı yaralardan kaynaklı “dinsizlik” yaftası ile etiketleyen “muhafazakâr” kesim ise; bu “bilinmeyeni” anlatamadığı, yaşamadığı, yaşatamadığı için ağır bir vebal altındadır ki, onun zaten en asli görevi bu şifa kaynağı suyun tadını başka bir yüreğe daha tattırabilmek, onun yüreğini fethedebilmektir!

Bitirirken ısrarla belirtmeliyim ki İslam, çağa ayak uydurmakta, seküler kesimin papağan gibi tekrar ettiği “çağdaşlaşmayaasla bir engel değildir! 

Çünkü sorun; İslam’ın, hayatın atar damarlarında atması gereken ve koşulsuz sevgi, katıksız merhamet ve amasız adalet üzerine bina ettiği; hedef olarak “darüsselam” adı altında işaret ettiği bu dünyadaki cennetin her zaman ve mekânda inşasını yaşam tarzı olarak sunduğu hayatta değil; 

Bunu bahşedilen onca imkana rağmen gerçekleştiremeyen, yaşadığı çağa inancının işaret ettiği dinamiklere sarılarak şekil vermek yerine; bu çağın kirini, pasını üzerine bulaştırıp çağın şeklini alan Müslümanlardadır! 

Farkı fark edebilme ve bu farkı yüreklerimize dert edebilme temennisiyle!

(Bitti)

<