M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

HAYATTAN SONRASININ ADINI KOYMAK -2

Zira kötülüğü beslemekten, karanlığın siyahını artırmaktan, kamusal vicdanda onulmaz yaralar açmaktan başka bir işe yaradığını sanmıyorum bu tür haberlerin. 

Bakın mesela…

Son bir hafta içinde öpmeye dahi kıyamayacağınız henüz küçücük bir çocuğumuzun karanlık eller tarafından öldürülerek battaniyeye sarılı cesedini derin dondurucuda saklayan caniler, bir şarkının sözlerini bilmediği için egosu tatmin olmayan bedbahtlarca yüzü ve boynu parçalanarak katledilen sanatçı bir baba ve onun bir ömür boynu bükük bırakılan yavrusu, son olarak da yaşlı, hasta ve biçare bir kadına üstelik özel bir hastanede uygulanan şiddetten haberdar olduk. 

Tabi bunlar buzdağının görünen yüzü. 

Kim bilir korku, endişe ve adalet kavramına karşı yitirdiğimiz güven duygusu hangi karanlık ellerin sebep olduğu hangi acıları örtüyor da bizim haberimiz olmuyor. 

Boyutlarıyla, tahribatıyla, gönül coğrafyamızda uyandırdığı dehşet dalgalanmalarıyla elbette sıra dışı hadiseler bunlar, evet ama bu kanlı madalyonun diğer yüzünde böylesine yürek yakan şiddet gösterileriyle rahatlıkla bağdaştıramayacağımız sıradan mekanlar, sıradan zamanlar, sıradan hayatlar ve sıradan insanlar var. 

Çünkü elimizdeki ve gözümüzün önündeki ekranlardan ısrarla “şiddet” pompalayan modernlik (!) kültürü, olgunlaşan meyvesini şiddete meyilli ve insani vasıflarını yitirmiş karakterler üzerinden değil, artık sıradan insanlar üzerinden veriyor. 

Peki ne oldu da sıradan insanlar artık şiddetin öznesi haline geldi ve yazık ki geliyor? 

Biz nasıl bir felaket yaşadık ki yaratan kudret dahi kötüleri cezalandırmayı ötelere saklarken; biz, bizim gibi düşünmeyen, akletmeyen, yaşamayan, fikretmeyen herkese anında haddini bildiren(!) faşist zihinlere sahip olduk? 

Sanırım bu sorunun cevabına ulaşmak için son 30-40 yıllık sosyolojik röntgenimize bakmamız gerekiyor. Zira o röntgen bize zaten var olan ama 90’lı yılların başından itibaren yoğunlaşan kültürel saldırıların, zihinlerimizi hedef aldığını açıkça gösteriyor.  

Küreselleşme adı altında ülkesizleştirilen zihinlerimizle; yaşama dair amacımızı, bize yaşamın nasıl bir ödev olduğunu fısıldayan şuurumuzu, bize insanca yaşamanın kodlarını sunan manevi dinamiklerimizi, iyi yaşamak değil ancak iyi işler yapmakla bir insanın erdemli olabileceğini ikrarla ikaz eden ruh köklerimizi düşürüp yitirdik bir yerlerde. 

Sadece bir kaçımız değil, (başta kendi zavallı nefsim) hemen hepimiz, sevgiyi ve merhameti her kesim için iktidar yapmak adına döktüğümüz yürek terimizden vazgeçtik. Sorumluluklarımızın ihmali olan bu vazgeçiş, yaşam ve zihin konforlarımızı bizler için birer tapınç nesnesi haline getirdi.

Hemen hepimiz insan olmanın, insan kalabilmenin faziletlerini hemen her gün gündeme getirip en yüksek perdeden konuşuyor, okkalı cümlelerle anıyor olsak da halimiz, dilimizi yalanlar hale geldi. Nefislerimiz tabiatı gereği belki evliyalığa razı gelmedi ama vicdanlarımız da yazık ki eşkiyalığı reddedecek kadar omurgalı duramadı. 

Adına “milenium” denen ve büyük kutlamalar, şaşalı gösterilerle adım attığımız bu ölçüsüzlük çağının başından bu yana aynı hoyrat havanda dövülüp, aynı derinliksiz kalıba döküldük. Plastik kokulu bu çağın bütün öğretileri yatırımı içimize değil kalıbımıza yapmamızı öğütlediği için “el alem ne der?” putuna tazim edip sahip olma hırsı içinde insanlığımızı, fıtratımızı, tabiatımızı çağın çarkları arasında öğüterek varlık gayemizin, yaşam ödevimizin fersah fersah gurbetine düştük. 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi