Kerim EVREN

Kerim EVREN

HAYIRLI / HAYIRSIZ DELİLİKLER

Yahya Kemal Beyatlı öldüğünde, başucunda Fransız şair Gérard de Nerval'in (1808 -1856) "Rüya ve Yaşam - Aurélia" kitabı açık duruyordu.

Beyatl ı (1884 - 1958), Fransa'da 19'uncu yüzyıl çağcıl (modern) şiirin öncüsü Nerval'den çok etkilenmişti. (Beyatlı'nın öğrencisi ve en sadık izleyicisi Ahmet Hamdi Tanpınar da öyle.)

Kitabını yazdığı Aurélia, Nerval'in 27 yaşındayken âşık olduğu sıradan bir opera şarkıcısı Jenny Colon'du. "Rüya ve Yaşam" da şairin onu tanrıça katına yükselttiği uzun hikâye. Hikâyesi uzun aşk, kısa sürdü; Jenny, bir flüt sanatçısını Nerval'e yeğleyip onunla evlendi.

"Genç kız yanımdan sekerek / Kuş gibi şakrak ve canlı / Geçti, elinde bir çiçek, / Dilinde yeni bir şarkı..." (Nerval'in Lüksemburg Parkında, şiirinden.)

NERVAL'İN TRAJEDİSİ

Nerval; çocukluk ve ilk gençlik yıllarında köylü kızı Silvie'ye, asil bir ailenin sülün gibi güzeli Adrienne'a, keman sanatçısı Marie Playel'e de âşık olmuştu. Bu sevdalar, şiirinin ve düzyazılarının başlıca 'esin - besin' kaynağıydı. 

Nerval'in en çarpıcı dizeleri, ilk bakışta 'sabuklama' (hezeyan) diye nitelenebilecek "sürealist" olanlardır.

Şair Özdemir İnce, Türkçemize yanlışlıkla "gerçeküstücülük"  diye çevrilen "sürrealizm"in doğru karşılığının, "üstgerçeklik" olduğunu savunur (1). Aynı kanıdayız; "gerçekliğin bir üst derecesi, daha gerçek derecesi..."

"Boynun esnek ve uysal, peki bu dik baş nedir / Yüreğinde bunca kin neden? diyorsun bana / Attığı mızrakları atarım tanrılara... " (Nerval'in Anteros şiirinden.)

İnsan olarak içimizi fena hâlde burksa da Nerval'i "üstgerçekliğe" götüren 'delilliği' olmuştu. 33 yaşındayken şizofreni tanısı konulan şair, kimi zaman kendini İzmir Baronu sanıyordu. Bir gün, kral zannettiği romancı Aleksandre Dumas'ya gidip ondan Rusya'ya savaş açma izni istedi.

1856'da Paris'in köhne bir sokağındaki lamba direğine kendini asmış bir adamın cesedi bulundu. Karlı ocak gecesi buz tutmuş cenaze, yüreği aşk acılarıyla alev alev yanmış bir şaire, Nerval'e aitti.

ALMANLAR, ŞİİRDEN ANLAR

Haksız yere kaba saba diye nitelendirilen Almanların,  şiirle pek ilgilerinin olmadığı sanılır. Oysa 18'inci ve 19'uncu yüzyıllarda, lirik şiirin (2) öncü ustası Goethe (1749 - 1832), onun çağdaşı ve de 'akımdaşı' diyebileceğimiz Hölderlin, daha sonra Mörike (1804 - 1875), Almanların göğsünü kabartan şairlerden yalnızca üçüdür.

Bu ustalardan Friedrich Hölderlin (1770 - 1843), şizofrendi. 32 yaşındayken yakalandığı hastalığa, karşılıksız aşkları ve yoksul düşmesi de eklenince şairin bir dönem 'hayatı kaydı'.  

Hölderlin, taşındığı Fransa Bordeaux'dan, Almanya Nürtingen'e yürüyerek geri dönmek zorunda kaldı. Paris üzerinden, bin kilometreyi aşkın bir yoldu bu.

Neyse ki hayranı olan bir marangoz, evinin bir katını ona açtı da son yıllarını görece erinç içinde Tübingen kentinde geçirdi. 

"Deli dâhi" şairin çileli yaşamı, bizim Attila İlhan'ın dizelerine de yansıdı:

"... Hölderlin bakıyor sisli gözlerinden / ellerini şöyle okşayacak oldum / duydum nabzının gök gürültüsünü..." (Biraz Paris, şiirinden.)

KLEİST'IN 'ROMAN GİBİ' SONU

Alman şiirinden dem vurunca Heinrich von Kleist'tan (1777 - 1811) söz etmemek olmaz. O da yalnız 34 yıl süren ömrü boyunca ruhsal bunalımlardan kurtulamadı.

Kleist'ın ölümü, romanlardaki gibi oldu. Şair bir gün Henriette Vogel adında bir kadınla tanıştırıldı. Hiç gereği yokken kadına 'ne isterse yerine getireceği' sözünü verdi. Şifası olmayan bir hastalığa yakalandığını düşünen bu garip kadın, Kleist'tan garip bir talepte bulundu; kendisini öldürmesini istedi. Kleist da sözünü tuttu...

Bir silah edindi, Henriette'le birlikte Berlin dolaylarındaki Wansee Gölü'ne gittiler. Şair, kayıkla açıldıkları gölde ilkin kadını, sonra kendini vurarak canına kıydı. 

Yarattıkları eşsiz ürünlerle çok saygın birer iz bırakan, dünya yazın (edebiyat) kalıtına büyük katkılarıyla 'insanlığın başını göğe erdiren' sanatçılardan birkaçı bunlar. Keşke daha uzun yaşayıp arkalarında daha çok yapıt bıraksalardı da bizleri daha çok onurlandırıp "daha insan" yapsalardı.

Nerval'e "üstgerçekçi" şiirler yazdıran söz konusu ruhsal durumundan esinle onlarınkine "hayırlı delilikler" diyebiliriz.

Hem, kim bilir... Sanatlarını doruğa çıkarmalarına neden olan delilikleriyle onlar, çok özel iç dünyalarında mutlu mesut yaşayıp göçmüşlerdi belki.

En azından, 'paranoid şizofren' matematik dâhisi John Nash'e, (Sylvia Nasar'ın kitabından sinemaya uyarlanan) "Akıl Oyunları" filminde söyletildiği gibi:

-- Biraz eğlenmeyeceksek deli olmanın anlamı ne?.. 

TIMARHANELİK SİYASÎLER

Öte yandan, siyaset çirkefine tepeden tırnağa batmış sözümüz ona 'devlet insanı' öyle deliler var ki insanlığı kan ve gözyaşına, tarifsiz acılara boğarak tarihin kara sayfalarına geçtiler.

Roma İmparatoru Caligula, atını senatör atayacak denli akıldan yoksundu.

Ardılı Neron, ondan daha tehlikeli çıktı. Öz annesini öldürdü. Cinayetini örtbas etmek için öğretmeni Seneca'ya, annesinin ağzından ihtihar mektubu yazdırdı. Romalı düşünür, devlet insanı, oyun yazarı Seneca (MÖ 4 – MS 65), bu utançtan kurtulamayıp damarlarını keserek yaşamına son verdi (3).

Hitler; şizofreni ile depresyonun bir arada görüldüğü 'şizoaffektif bozukluk' hastasıydı. II. Dünya Savaşı cehennemini yaşattığı Avrupa'da, 1939 yılından 1945'e değin 80 milyon kişinin ölümüne yol açtı...

Britanyalı düşünür, matematikçi, tarihçi Bertrand Russell (1872 - 1970), "vesikasız deliler" diye tanımladığı bu ve benzeri kişilerin 'felsefesi' için şöyle diyor (4):
"İktidar aşkı normal insan doğasının bir parçasıdır, oysa iktidar felsefeleri, ince nitelikleri herkes tarafından kolay kolay görülemeyen birer deliliktir. (...) Vesikalı deliler, davranışları eleştirildiği zaman şiddete başvurma eğiliminde olduklarından, tımarhaneye kapatılırlar; vesikasızlarına ise güçlü orduların komutası teslim edilir; bunlar da böylece, ellerinin erişebileceği bütün akıllıları öldürebilme, onları türlü felaketlere düşürebilme olanağına sahip olurlar." 

Yine Russel, çevrelerinde örülen çıkar ağlarının körleştirdiği gözleriyle kendilerini neredeyse Tanrı katına yücelmiş gören söz konusu kişileri, iblis ile özdeşleştiriyor (5):

"Her insan, elinden gelse Tanrı gibi olmak ister; pek az rastlanan bazı insanlar vardır ki bunun olanaksızlığını kabul edemezler. Bunlar, Milton'un Şeytan'ıyla aynı hamurdan yoğurulmuştur."

SON SÖZ:

21'inci yüzyıl insanına, günümüzde de eğer varlıklarını koruyorlarsa şeytanları ait oldukları yere hem de pabucu ters giydirerek göndermek yakışır. 

GRAM GRAM 'EPİGRAM'

'Çiğnemelik' bir

Yeni anayasa,

Takunya ile

Üstüne basa!

1) Özdemir İnce; Hürriyet gazetesindeki 27 Aralık 2005 tarihli köşe yazısı.

2) Coşkun, ateşli bir anlatımı olan şiir türü. 

3) Kerim Evren, 20 Temmuz 2017, https://kerimevren.com/yonesme/

4) Bertrand Russell; "İktidar", Cem Yayınevi, Türkçesi: Mete Ergin, 1990, sayfa 265
5) Agy. sayfa 11

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerim EVREN Arşivi