M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

KALEMLER EMANETTİR-4

Hayatın sadece bir “seda bırakmak” ve size ayrılan sürede “ne kadar iyi işler yaptığınızı” belirlemek amacı ile verilen bir süre olduğunu anlıyorsunuz.

Gölgesi ömrünüze düşen aile kavramı (ve sanırım zürriyetinizin devamı, sizden sonraki amel defterinizin kâtibi evlatlarınız) daha çok ön plana çıkıyor.

Gaye ve hedefiniz artık içinde yaşadığınız toplumun belirlediği “itibar” değil, sıkı sıkıya sarılarak biriktirdiğiniz değerlerinizin toplamı kişiliğiniz oluyor. Bu yüzden isminizin önündeki etiketler umurunuzda dahi olmuyor.

Fiyatlar değil, değerler ilgi alanınıza giriyor ve ruh köklerinize, sizi siz yapan dinamiklerinize daha çok sarılma ihtiyacı hissediyorsunuz.

Ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu ve yaşam denen yolculukta aslında hemen her şeyin mutlak bir bitişe kodlandığını ihmal ettiğiniz vücudunuz, diyetini isteyerek ve sizi hastane kapılarına mecbur ederek hatırlatıyor.

Riyakâr, samimiyetsiz, yaşamlarını yalan üzerine bina eden insanları çok daha çabuk keşfediyor ve onlardan sessiz sedasız bir şekilde uzaklaşıyorsunuz. Onlar, nasıl bir değer kaybettiklerinin farkına çok daha sonra varıyorlar ama size geri dönmeye çalıştıklarında isimlerini dahi anmak istemiyorsunuz.

Yaşamın “elalem ne der?” putuna tazim edecek kadar uzun olmadığını, aslolanın “önce ve mutlaka” kendine değer vermek olduğunu ve aslında tüm dertlerinin dermanının da kendi içinizde yeşerttiğiniz gönül coğrafyanızda olduğunu fark ediyorsunuz.

Bu yüzden de gürültülü ortamlardan, gürültülü insanlardan, gürültülü fikir ve ideolojilerden, hamasi nutuklardan adım adım uzaklaşıyorsunuz.

Elinizdeki zaman ipine tane tane sabır boncuğu dizebilmeyi ise eninde sonunda öğreniyorsunuz. Bu da yaşamı hızlı değil yavaş ve olması gerektiği yaşamanızı sağlıyor ve en nihayetinde de sessizliğin bile sesini duyar hale geliyorsunuz.

Zira okudukça, anladıkça, fark ettikçe, dert ettikçe anlıyorsunuz ki; 

Var olan kirli zihniyeti değiştirmek için bir öksüz ve yetimin tertemiz vicdanından dünyaya fısıldanan ilahi hitap; kız çocuklarını diri diri toprağa gömen kömür karası bir toplumdan yerdeki haşerat ezilmesin diye ayağına çıngırak bağlayan bir toplum inşa ettiyse bunun yegâne sebebi, inen hitabın muhataplarının yüreğini öpmesi ve ruhlarını kuşatması idi. 

Bu hitap “iyi olmayı değil, iyi işler yapmayı; cennetperestliği değil ekildiğin yerde yeşererek bulunduğun zamanı, kaderi kaderinle kesişen mahlukatın yaşamını cennete çevirmeyi vazediyordu. 

Tıpkı Hz. Nuh(as) gibi “bittim, yetiş Ya Rabbi!” demeyi hak edecek kadar koşan, soluğu tükenene kadar durmayan, varını yoğunu ortaya koyup “İşte, hepsi bu!” diyen kaç fani var dünyada bilmiyorum ama tam da bu noktada tek ipliğini çekince kırk yaması dökülecek pejmürde bir bohçayı andıran hali pür melalimizle sormak lazım;

Tahrif edilmesi ilahi beyanla güvenceye alınan ve indiği çağı inşa ederek çağlar üstü bir medeniyeti ihya eden aynı hitap, bugün her tarafta gürül gürül okunmasına rağmen yaşam ve zihin konforlarımızı bozup bir zihniyet değişimine sebep olmuyorsa sebep gırtlaktan kalbe inmeyen imanımız değil midir?

Bunların farkında olmayanlar mı? 

Onlar, İblis’in tebessümlerini süslemek adına umutsuz! 

Koşanlar ise su geleceğine dair “şüphesiz umutla” gemisini yapmakla meşgul!

Kalemi emanet bilenlere selam olsun!

(Bitti)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi