M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

KENDİNİ TUTABİLMEK-1

Dinsel terminolojiyi bir kısıtlama alanı içinde “tarihsel mitolojik soslarla” bezeyip sunanlar hüsnü zannımca fena halde yanılıyorlar. Zira din, insana “kısıtlama” değil tam aksine geniş bir “özgürlük alanı” sunar. Ancak bu özgürlük “hak edilmiş” bir özgürlük değil, “bahşedilmiş” bir özgürlüktür. 

İnsanın en büyük şansı ise, insana bu özgürlüğü bahşeden kudretin, insanın özgürlüğünü son sınırına kadar kullanmasından zarar görmesi mümkün olmayan, insana rakip olmayan, insanı kıskanmayan “aşkın ve mutlak” bir varlık olmasıdır. 

Zira eğer insana özgürlüğünü bahşeden kudret insana rakip olan bir varlık olsaydı, onu istismar etmesi, o özgürlüğü kullanmasından korkması ve gocunması söz konusu olurdu.

Burada anlaştıysak devam edelim;

İnsanın kendisine bahşedilen bu özgürlüğü hür iradesi ile kendi aleyhine kullanması mümkündür. İşte bu “sapma” ihtimali nedeniyle, insan denen varlık bizzat yaratıcısı tarafından muhatap alınmış, bahşedilen özgürlüğü kendi aleyhine “kullanmaması” için gerekli olan uyarılar, bir yetim ve öksüzün tertemiz vicdanından yüzyıllar önce ilahi kelam ile yapılmış ve günümüze kadar gelmiştir. 

Bu ilahi uyarılar, sadece özgürlüğünü doğru kullanması için değil, aynı zamanda sunulan potansiyel sınırlarına yükselerek kendi kendini “gerçekleştirmesi için” de bir kılavuz işlevi görür ve insan denen varlık bu sayede “insanlığın” lezzetine ulaşır.

Ancak insanın, iradesini aleyhinde kullanmasından, başta kişinin kendisi olmak üzere, yakın çevresi, içerisinde yaşadığı toplum, doğal çevre olmak üzere herkes zarar görür. 

Kötülük” olarak nitelendirdiğimiz böylesi bir eylemde zarar görmeyecek olan tek varlık, ona o iradeyi bahşeden kudrettir. Yine insanı özüne ve doğasına yabancılaşmaktan koruma maksadıyla gönderilen ilahi talimatlardan, başta onları hayatına geçiren insan olmak üzere, herkesin çıkarı vardır; fakat hiçbir şeye muhtaç olmadığı için çıkarı olmayan tek varlık yine Allah’tır.

Başta kendisi olmak üzere, korumakla sorumlu olduğu doğal ve beşerî çevresine zarar veren insan, iradesini (kötüye de olsa) kullandığı için değil, öz benliğine kendi elleriyle ihanet ettiği için cezalandırılır.

Hal bu iken din bir “kısıtlama alanı” olarak görülebilir mi?

Pek tabi ki koca bir “hayır!”

Bu tespitleri alt alta topladığımızda ise diyebiliriz ki, İlahi hitabın konusu, “yaratan kudretin mutluluğu” değil yaratılan insanın mutluluğudur. 

Yani din, Allah’ı mutlu etmek için değil insanı mutlu etmek için vardır!

Onun içindir ki İlahi hitap, yaratan kudretin insana olan sevgi ve rahmetinin en yüce ifadesi olarak sevgi, merhamet ve adaleti ön plana çıkararak insanı merkeze alır. Bu hitaba sırt çeviren insan ise, yaratıcısına ve O’nun kendisine olan sevgi ve merhametine sırt çevirmiş olur. 

Ancak bu, sadece insanın yaratıcısına karşı saygısızlığı değil, aynı zamanda ona emanet edilen kendi öz benliğine saygısızlığıdır. Çünkü bu tür bir tavır, insanın “kendi kendisine yettiğini” vehmetmesinin bir sonucudur ve böylesi bir vehim, insanın haddini “bilmemesi”, başka bir deyişle “haddini aşmasıdır!”

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi