M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

KALEMLER EMANETTİR-1

Zaman zaman özellikle dinsel terminoloji bağlamında çok ciddi eleştirilere maruz kalsam da kahir ekseriyette kullanmaya çalıştığım “kucaklayıcı” dilin yarattığı “vedud” halesini görebilmek, bu soğuk iklimde ruhumu ısıtıyor. 

Öncelikle ben “din adamı” değilim ve “dinin adamı” değil, “adamın dini” (diğer bir deyişle her insanın bir yaşam biçimi) olduğuna inanan biriyim. 

Din, kendi ifademle “insan kalabilme sanatı” olduğu için de, kaçınılmaz bir değer olarak ferdi olduğum toplumun ontolojisini oluşturuyor. Ontoloji, ortak payda olduğu için de bu konudaki “akli sapmaları” doğal olarak dile getiriyorum. 

Buraya kadar anlaştıysak devam edeyim;

Tarih koklamış biri olarak diyebilirim ki; dinsel lügat, geçtikleri tedrisat ve bilinç durumlarıyla ilintili olarak özellikle “gönül ve mana haramilerinin” elinde eğilip bükülmüş durumda ve bu yol fincancı katırlarının güzergâhı.

Ama ben; kalemi, hakikatin mukaddes aracı olarak gören bir fikir işçisi sıfatıyla yaklaşık iki on yılı aşkın bir zamanını öğrenmeye kurtlar gibi aç bir beyinle biliyorum ki,

Bir yaşam biçimi olan din hava gibi, ibadet ise su gibidir. Biri yaşam sunar, öbürü girdiği kabın şeklini alır ve en önemlisi hava da su da sadece “inananlar” için değil, tüm mahlukat içindir ve herkesi kucaklar!

Bu yüzden ruh köklerindeki dine iman eden kişi(ler); itmez kucaklar, nefret etmez sever, günahkarla değil günahla mücadele eder, öldürmez yaşatır hatta yaşatmak için kendini feda eder, ötekileştir(e)mez, hayal ettiği bu dünyadaki cenneti “ötekiye rağmen” değil “öteki ile birlikte” inşa eder 

Dolayısıyla, “inanıyorum” diyen her kişinin koşulsuz bir sevgi, katıksız bir merhamet ve amasız bir adaleti dil, din, ırk, renk, mezhep gözetmeksizin tüm insanlık alemi için inşa etmek zorunda olduğuna inanıyorum. Zira inandığımızı söylediğimiz dinamikler bunu ısrarla gösteriyor.

Bu yönüyle de eser, yazı ve paylaşımlarım; sadece bu yöndeki bilinç eksikliğini tamamlama yolunda mütevazı bir işlev üstlenmişlerdir, hepsi o kadar.

Evet, kabul ediyorum!

Bir fikir işçisinin tereddüt edeceği alan kaleminin üslubu olabilir, fakat bu kalemin gerçeği dile getirmede, hakikati dillendirmede tereddüdü olamaz, olmamalıdır.  Çünkü bu, kalemin emanet edilişine dair bir sorumluluk; öbür türlüsü kalemi emanet edene bir ihanettir

Zaten bir fikir işçisi “ya hayır söyle ya da sus!” nebevi ikazına inanıyorsa, hakikati haykırmak dışında başka bir seçeneği de yok demektir.

Öyleyse diyebiliriz ki aslında “yüreğini sağmak” olan yazmak, hakikate dair bir bedel ödemeyi göze almaktır. 

Öyle ya her nimetin mutlak bir külfetinin olduğu şu fani dünyada; hakikati haykırmanın, iyiliğe rehberlik etmenin, sevginin ışığı, merhametin dili olmanın bir bedeli olmaz olur mu

Bu yüzden de hüsnü zannımca sözün gücüne inanabilenler, hakikatin kayıt altına alınması gibi bir bedel ödüyor! 

Bu noktada birer aydınlık savaşçısı olan peygamberleri de anmak gerekiyor, zira her biri insanlık tarihi boyunca sözün gücüne inanmış ve buradan aldıkları güçle usanmadan, yılmadan, yıkılmadan, dökülmeden “hakikate” davet etmişlerdir. Tarih boyunca sözün gücüne inanmış olmanın en ağır bedelini de onlar ödemişlerdir

 (Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi