Kerim EVREN

Kerim EVREN

KARDELEN ZAMANI

Kış, son ayında donduruyor.

Kapıdan pencereden burnunuzu dışarıya çıkarır çıkarmaz ayaz solumaya başlıyorsunuz.

Çalışma odamızda mahpus kalmış bir karasinek. Solgun sabah güneşini görünce özgürlüğe uçma umuduyla pencere camına kerelerce tosluyor.

Ama, pencereyi açtığımızda mızıldanmayı kesip dışarıya seğirtmesiyle yüz geri dönmesi bir oluyor.

Bugün 1 Şubat.

Nisan ayına dek sürecek 'kardelen mevsimi'nin ilk günü. 

Biz bu satırları yazarken İstanbul'da birden kar yağışı başladı. Arada bir hafif esintiyle hızını artırsa da paraşüt kuşanmış gibi yumuşak salınımlarla iniyor kar taneleri.

Ancak on dakika sürdü sürmedi, yağış kesildi.

Zaten ülkemiz genelinde kış, kar bereketinden yoksun geçiyor.

Yine de denizden yüksek bölgelerin doruklarındaki 'gelin başları', Eski Yunanca "süt çiçekleri" (kardelen) güzelliğiyle çoktan bezenmiştir.

Antalya'nın Güneybatı Toroslar'ında, hâttâ "İzmir'in dağlarında..." 

Kardelen (galanthus elwesii); İngiliz bitki bilimci H. J. Elwes (1846 - 1922) tarafından 1874 yılında keşfetmiş.

Nerede? derseniz...

Yeryüzü cenneti ülkemizin İzmir'inde.

BRUNO, 'ÇİÇEK TARLASI'NDA

Ölmüşlerin mezarına çiçek bırakmak, köklü, hoş bir alışkanlık.

İnsan, kaçınılmaz sonun soğukluğuyla yer altında yatarken bile Âşık Veysel'in dediği gibi, 'kazma ile bel ile karnını yardığı' toprak tarafından 'gül ile' karşılandığı avuntusunu yaşasın diye sanki.

İtalyan bilim insanı, düşünür Giordano Bruno, mezarı olmasa da Roma'nın "Çiçek Tarlası"na (Campo de' Fiori Meydanı) heykeli dikilerek ölümsüzlüğe kavuşturuldu. 

Bruno, Orta Çağ din faşizminin kurbanıydı.

Kopernik'in "Dünya ve öteki gezegenler, güneşin etrafında döner." kuramını destekleyen kitaplar yazdığı için İtalya'da bu ay, 17 Şubat 1600 günü diri diri yakılarak öldürüldü.

Bruno'ya, 'doğacı coşkunluğun düşünürü' denir. Çünkü o, aynı zamanda bir şairdi.

Bruno'dan 33 yıl sonra bu kez İtalyan matematikçi, fizikçi ve düşünür Galileo Galilei, aynı bilimsel kuramı savunmaktan Engizisyon yargıçlarınca ömür boyu hapse mahkûm edildi. Yargıçların "Dünya'nın dönmediğini söyle, seni bağışlayalım." dedikleri öne sürülen cesur bilim insanı, bu pazarlığa tepkisiyle tarihe geçti:

"Yine de dönüyor."

Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo Galilei, Engizisyon cezaevi koşullarında kör oldu ve 1642'de öldü.

'RÖNESANS: DOĞAYA DÖNÜŞ'

İnsan, bir parçası olduğu doğadan koptukça kendinden de uzaklaşıyor.

Avrupa'nın Orta Çağ karanlığından kurtulmasında, 'kiliseye sanatın girmesi' önemli rol oynadı.

Leonardo da Vinci'lere, Michelangelo'lara, Rafael'lere vb. sanat başyapıtı yaratıcılarına parasal destek sunan ailelerin (Medici'ler) de varlığıyla...

Engizisyon'un diri diri yaktığı Bruno'ya, 'doğacı coşkunluğun düşünürü' dendiğini yukarıda aktarmıştık.

Fransız tarihçi Jules Michelet (1798 - 1874) de Avrupalının Orta Çağ'ı aşmasını sağlayan Rönesans'ın (Yeniden Doğuş) gerçek anlamını, "doğaya dönüş" olarak yorumluyor:

"Doğanın, bilim ve fenlerin bırakılmasından, yıldızları okuma bilimini bilen, servet toplayan yığınlarla dolandırıcı ve hileci insanlar ortaya çıktı." (1)

"Orta Çağ'da bilgisizlik ve dinsel gericilik içinde bunalan, budalalaşan insanın doğaya dönüşle birlikte gerçeğin ışığıyla nasıl aydınlanmaya başladığını, duygu ve düşüncelerinin değiştiğini..." (2)

"Rönesans'ın gerçek anlamı, doğaya karşı iyi ve sevecen davranmaktır." (3)

HALLAC-I MANSUR, NESİMİ...

İslam Rönesansı için ışık sayılabilecek kimi gelişmeler (9'uncu -13'üncü yüzyıllar arasında) saman alevi gibi parlayıp söndü ama ne yazık ki kalıcı sonuçlar veremedi.

(20'nci yüzyılda, Atatürk önderliğindeki 'Anadolu Aydınlanması' ile 'laikliğe' kavuşan Türkiye, halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında biricik başarılı örnek. Ve bu durum hâlâ hazmedilemiyor.)

Hallac-ı Mansur, "Tanrı'nın varlığında eriyip yok olmak" anlamındaki masum "En-el-Hak" felsefesi yüzünden, 900'lerin Bağdat'ında uzun yıllar tutuklu kaldı. 26 Mart 922 günü de şimdinin IŞİD'i, Taliban'ı... gibi insanlıkla, vicdanla ilgisi olmayan Emevilerin faşizmine kurban gitti. Çok ağır işkencelerden geçirilerek bedeni yakıldı, külleri Dicle Nehri'ne savruldu. 

Aradan beş yüzyıla yakın zaman geçmiş ama din faşizmi bir arpa boyu uygarlaşamamıştı.

Bu kez (Burcî) Memlûkler, 1417'de Nesimi'ye, vahşetin en korkuncunu yaşattılar; ozanın boynunu vurmakla yetinmeyip derisini yüzdüler. Suçu (!), Hallac-ı Mansur'un düşüncesini yinelemekten çok farklı değildi; "Tanrı'nın insan yüzünde ortaya çıktığını" söylemek!

SİVAS UTANCI

2 Temmuz 1993'te Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasındaki yabanıllık ise daha da beteri; kitlesel kıyımdı...

Şenliklerin yapıldığı Madımak Oteli, Radikal İslamcı saldırganlarca ateşe verildi; çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ile iki otel çalışanı diri diri yakılarak ya da dumandan boğularak katledildi.

Katillerin zaman aşımından yararlandırılıp cezasız bırakılmaları ise ayrı bir tarihsel utanç oldu.

Nesimi, "Böyle kem zamanda cihana geldim / Herkes imanından süzüldü gitti..." diyor ya...

Din faşisti; ne kendisini körleştiren karanlıktan kurtarıp uygarlığa taşıyacak aydını ne de bir parçası olduğunun ayırdında bile bulunmadığı doğayı yakmaya, yıkmaya; yaşam kaynağı akarsuları kurutmaya; betona boğmak üzere denizi doldurmaya... doymadı, doymayacağa benziyor.

Gözlerini toprak doyursun, diyeceğiz de...

Bir gün emr-i Hak vaki olunca - yine kendi dinsel inançları gereği - kendilerini 'toprağın kabul etmeyeceğini' düşünüyorlar mı?..

Mezarlarını çiçek konulmaya değer bulan 'klonları' çıksa bile, ötesine Rufailer karışır!

DİL YANLIŞLARIMIZ

Ana Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'nun, aksakal (duayen) gazeteci Uğur Dündar'a verdiği röportaj sırasında tv ekranının altında, şeriatçı bir örgütün reklamı yayımlanmıştı, anımsayacaksınız.

Açık açık "tedhiş" (terör) eğitimi verdiklerini bildiren, Arapçayı 'resmî dil' İstanbul'u da 'başkent' yapacaklarını ilan eden bu kuruluşun (?) adı SADAT.

Daha önce kapılarına dayanan Kılıçdaroğlu'na meydan okumak amacıyla olsa gerek onun röportajı canlı yayımlanırken kendi reklamını ekrana getirtme becerisini sergilemişti.

Reklam metninde şu sözcükler vardı:

"SADAT, savunma sanayi..."

Reklam metnini hazırlayanların aynı zamanda dilbilgisi cahili olduklarını gösteren bir anlatım...

Şöyle:

"Savunma" ve "sanayi" sözcükleri, birer addır. Eğer iki addan bir 'ad tamlaması' yapacaksanız 'tamlanan' sözcüğe 'iyelik eki' koymanız gerekir.

Yani:

"Savunma sanayii" ya da "savunma sanayisi" diyeceksiniz.

Anayasaya ve yürürlükteki yasalara göre kuruluşuna nasıl izin verildiği anlaşılamayan; yöneticisi, daha önce çıkarıldığı bir başka tv kanalında şımarıklığa varan özgüveniyle şaşırtan; Türkiye'nin sinir uçlarına yönelik bir yapılanma bu.

Herhâlde, Arapçayı resmî dil yapmayı da Türkçeye akılları ermediği için istiyorlar. 

GRAM GRAM 'EPİGRAM'

Umudu yükselttin

Altılı ittifak...

Hazır ol geliyor

Altı bin nifak.

1) Jules Michelet; "Rönesans", Çağdaş Yayıncılık, Türkçesi: Kâzım Berker, Ekim1998, sayfa 112 

2) Agy. sayfa 12

3) Agy. sayfa 13 (çevirenin notu)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerim EVREN Arşivi