M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

HAZ VE HIZ ÇAĞI -2

Bu tür insanlar, ruhlarını günün gelip geçici hazlarına rehin bırakmadıkları için dik durmayı başarır. Çünkü böyle insanlar, “tanıklığı” bir yükümlülük olarak görür ve bunu hakkıyla yerine getirmenin gayreti içinde gönül coğrafyalarını mayalamaya, anlam haritalarımıza değer katmaya ve bu hâlleriyle de son nefeslerine kadar yürek fetihlerine devam ederler. 

Öyle ya, yaşaması bile kendinden olmayanın sahipliği ne kadar sahicidir ki? Aldığı nefesi bile ödünç olan, verdiği nefesi de emanet veren nasıl olur da sahiplik davası güdebilir ki? 

Bu yüzdendir ki, kendisini dünyanın kurucusu ve efendisi olduğuna, değer yargılarının tek yaratıcısı olduğuna inandıran mütekebbir aklın ortaya koyduğu hazcı ve hızcı akıl; değerleri de bu değerleri yaşatmaya çalışanları da düşman olarak algılıyor ve onlara karşı geceli gündüzlü bir savaş veriyor. 

Üstelik bu savaş, “kölesi haline geldiğimizi” ısrarla zikrettiğim elimizdeki ekranlar marifetiyle hayatın her alanında mevcut.  Zira, bu savaşın arkasında yatan temel neden “şahit olma” fikriyatının yok edilip “sahip olma” hırsının tetiklenmesi ve kapital dininin varlığını sürdürmesine kodlanmış.

Onların bu savaştaki samimiyetine, bizim dilimizden eylemimize nakşedemediğimiz sevgi, merhamet ve adalet söylemlerimiz ile ilgili pasifliğimiz de eklenince, manevi dinamikler suyun tuzu eritmesi gibi günden güne eriyor ve yazık ki yine bu sayede karanlık siyahını her geçen gün biraz daha artırıyor. 

Zira gerek yerel gerekse de uluslararası bağlamda yapılan çalışmalar; maddeci değerlere çok fazla odaklanan insanların zamanla tatmin duygusunu yitirdikleri, diğer insanlara oranla daha mutsuz oldukları, ilişkilerinde çok daha değişik sorunlar yaşadıkları, daha fazla alkol ve madde bağımlısı olabildikleri ve özellikle de içinde yaşadığı toplumda daha az değer kattıklarını gösteriyor. En net ifade ile “kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür” tablosu yani. 

Zira akıl, hayatın anlamına ulaşmak adına “araç” olmaktan çıkıp “amaç” olunca, hayatın tüm sırrı da anlam derinliği de kayboluyor. Sonuçta da ortaya ya akılsız kalpler ya da kalpsiz akıllar çıkıyor. Çünkü akıl kalple, düşünce ise duyguyla çatışıyor. Duyguda birlik olmayınca da toplum adım adım kalbiyle akledebilme yetisini kaybediyor

Kalp ile akledebilme yetisini yitiren bir toplumda da pek tabi ki değerler bir türlü dikiş tutturamayacak, birbiriyle ahenkli bir değerler sistemi varlığını sürdüremeyecek ve ahlaki körlük karanlığın siyahını artırmasına seyirci kalacaktır. 

Biz bugün neden bu haldeyiz, karanlık neden her geçen gün siyahını biraz daha artırıp bizi ruh köklerimizden çok uzaklara fırlatıp kendimizi unutturuyor, vicdanlarımızı kanatıyor anlaşılıyor mu biraz?

Çünkü hayatlarımıza ancak akledebilen kalplerle bir anlam duygusu katabildiğimiz zaman daha sakin, daha huzurlu, daha farkında yani eskilerin deyimiyle “mutmain” bir yaşam sürebiliyoruz.  

Çünkü biz manevi masumiyetimize yapılan saldırılarla yetinmeyi unuttuk. Değeri fiyata tercih ettik ve en acısı da sadece bir gölgelik olan bu şahitlikte sonsuzluk sevdasına kapıldık!

Bu yüzden insanlar artık birbirlerini dinlemeye giderek daha az vakit ayırıyorlar. Maddiyata dönüşmeyen, dönüştürülemeyen değerler, bu yüzden giderek daha değersiz addedilmeye başlanıyor ve insanlığın ortak idealleri her geçen gün azalıyor. 

Evet, eşkıya dünyaya hükümdar ol(a)mazdı, bize böyle öğretilmişti ama bizim basiretsizliğimiz ve özellikle de gayretsizliğimiz yüzünden oldu. 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi