ZALİMLİK ORANTISIZLIKTIR
Hep söylenir: ”Zalimlik yaptı, Yapılan zalimliktir” diye.
Tarihteki en zalim kimdir sorusuna, -Nemrut veya Fravun- diye yanıt verilir.
Gerçekte ise, Türk toplumunun da dahil olduğu İslam yöneticilerinden biridir. Bu kişi; Hz. Peygamber’i doğup büyüdüğü topraklardan sürgün (hicret) olmak zorunda bırakan Emevi Süfyan aile mensubu zorba halifedir.
İslam’da “haram” olan saltanatı kuran adamdır.
Ebu Süfyan, müşrik Mekke’nin egemeni ve Emevi soyun başıdır.
Veda Hacı sonrasında, mecburen\kerhen İslam’ı kabul eder. Halife Ebubekir, Ebu Süfyan’ı ailesiyle birlikte kutsal şehirler olan Mekke ve Medine’den uzaklaştırır. Şam eyaleti valiliğine ve oradaki ordu komutanlığına atar. Ebu Süfyan’dan sonra yerine oğlu Muaviye geçer.
Halife Osman isyancılar tarafından şehit edilirken, isyana katılmayan tek eyaletin yöneticisi ve kuvvetin komutanı olarak seyirci kalır. Sonra, “Osman’ın kanını, Ali’den dava” eder. Oysa Ali; Medine’de ikamet eden sıradan bir mümin idi. isyancılardan korumak için Halife Osman’ın kapısına iki oğlunu dikmişti. İsyancılar da arka duvardan atlayıp eve girerek halifeyi katletmişti. Başlarında da halife Ebubekir’in oğulları Abdullah ile Abdurrahman vardı.
Kanı dava gerekçesiyle Muaviye, Veda Hutbesi’nde peygamberin irad ettiği vasiyetini çiğner. Eyalet ordusuyla İslam Devleti’ne isyan eder. Yenileceği aşamada mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını takarak uzatır. Halife Ali, daha fazla kan dökülmesini önlemek amacıyla savaş sonucunu “hakem kararına” bırakır. Hakem hilesiyle Muaviye ölene kadar halife olur. Ölünce Ali oğlu Hasan halife olacaktı.
Ancak Mıaviye bununla yetinmez. Önce kendine biat toplar. Sonra, dinin haram saydığı “saltanat için sistemini kurmak plan işletir. Devletin bütün “makam” ve “Beytülmal”ını rüşvet vererek önce kendisi, sonra oğlu Yezit için biat toplar; onu veliaht ilan eder.
Zalim saltanatları yıkan İslam dininde saltanat sistemini kurar.
Liyakatsız ve defolu bir kişilik olan Yezit halife olunca; kendisine biat etmeyen Ali oğlu Hüseyin, Ebubekir oğlu Abdullah ve Ömer oğlu Abdullah üzerine yoğun baskı kurar.
Mekke-Medine valisine buyruk gönderir. “Ali oğlunun ya biatını, ya başını al” diye emir verir.
Vali, istifa ederek emri ifadan kaçınır.
İmam Ali oğlu Hüseyin de, dedesi gibi yurdunu terk etmek üzere ailesiyle yola çıkar. Halife Yezit yönetimine göre Küfe’ye; Hz. Hüseyin’in beyanına göre diyar-ı Rum’a gidecektir. Fakat Yezit buna izin vermez. İslam Ordusu, Hüseyin’i ailesiyle birlikte Kerbela’da kuşatır. Kundaktaki çocuktan bile Fırat suyunu esirger. Erkeklerin hepsini katleder. Kadınları “üryan” ve katledilenlerin başlarını mızrak ucunda Şam’a getirir. Emevi Camii’nde teşhir eder; halka gözdağı verir.
Bu orantısızlık, dünya durdukça en büyük zalimlik olarak anılır.
Yapılan zalimlik; sadece ümmet-i Muhammed’i değil, bütün insanlığı titretmiştir.
*****
Günümüzde de orantısız güçlere tanık olmaktayız.
Demokratik bir seçim için devletin bütün makam, hazine ve inzibat güçlerini yanına alarak iktidarın bütün gücüyle muhaliflerine galebe çalmak da orantısızlıktır. Demokrasilerde siyasi ahlaksızlıktır.
Oysa demokrasi ve seçim, eşit şartları zorunlu görür.
Dünyanın her yerinde ve her zaman; insanlık terör lanetler ve insanlık suçu sayar.
Terör, demokrasin ve toplumsal barışın düşmanıdır.
Türkiye ise yıllardır terör kıskacındadır. Yurdunu ve ulusunu seven her yurttaş; her türlü terörü lanetler.
Fakat yirmi yıldır yöneten iktidar; yıllarca ayırılıkcı terör örgütüyle dirsek teması yaparak, radikal şeriatçı terör örgütlerin kimini hoş görüp kimiyle işbirliği yaparak; dahası, topluma korku salarak seçimler kazandı. Son seçim günü, ölüm dahil yaşanan esef verici olaylar; böylesi kara propagandanın sonucudur.
Ama nihayet “şapka düştü, kel göründü.”
Son seçim sürecinde İslam inancının en büyük günah saydığı iftira silahına sarıldı. FETÖ işbirliğiyle TSK’ya yapıldığı gibi; bu kez de rakiplere kumpaslar kuruldu. Birinin namusuna dil uzatıldı. Bir diğeri, montaj kasetlerle teröristlerin yanında gösterildi. Son seçimde de devlet adına rakibini bir montaj kasetle terör işbirlikçisi ilan ederek insafsız bir propagandaya sığındı. İki gün sonra da TRT’de üç gazeteciye verdiği röportajda; hem yineledi, hem montajı itiraf etti: “Kandildekilerle bu şekilde… ama montaj, ama şu, ama bu… Video çekimleri yaptılar. PKK’lılar videolarla bunlara destek verdiler…” diyerek taraftarlarını ajite etti. Oysa o PKK, sadece Kılıçdaroğlu’na suikast düzenlemişti.
Cumhurbaşkanı daha önce de; “kininize sahip çıkın” açıklamasıyla kan davası güdülmesini istemişti.
Modern zamanların en büyük acımasızlığı ve orantısızlığıdır yapılan.
Türk demokrasinin bütün kazanımları gibi, ekonomik kazanımları da yok edilerek üretken olmayan yatırımlarla millet “soğana muhtaç” edildi.
“Alnı secde gören” kandırmacasıyla kefene cep dikmek aşamasına gelindi.
“Harun gibi gelip Karun olunmuş” iken; halk açlık sınırında yaşar oldu.
Deva Genel Başkanı Babacan’ın dediği gibi; “200’lük bangot” ilk piyasaya çıktığında 134 dolar satın alıyordu; 25 Nisan 2023 itibarıyla da sadece 9 dolar alabiliyor.”
Mutfaklardaki yangın sürüyor. Ama oylama günü “domra” çalarak sokaklar dolaşan minibüsler, Urfa’daki gibi kadınların kimliklerini getirip toplu oy kullanmak isteyen erkeklere itiraz edenlerin ağzını burnu kıranlar, Ordu’daki gibi sandığa sahip çıkmaya çalışanı katledenler; tarafsız seçim mi sağlamış oldular!
Bunca orantısızlıkla seçim kazanmaktan zerre kadar utanma ve üzüntü mü duyuldu? Hayır!
Bu durumda “Bekri Mustafa’yı hatırlamaktan başka, ne gelir elden!
( 14 Mayıs’ta yapılan seçimi, 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlık 2. tur olarak tekrarlandı)