VİCDANLARDA AĞIR YÜK..
Kadına yönelik şiddet ve cinayet olaylarının gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını doldurduğunu üzüntüyle izliyoruz. Şiddete bağımlı bir toplum mu olduk?
Kadına şiddetin kapsamının değişerek işkenceye dönüşmesi, daha da ürkütücü oluyor. Önlemler inandırıcı ve etkili olmakta ise de, sonuç değişmiyor.. Her gün, diğer günlerden farklı olaylarla karşılaşılıyor.
Toplumun beklentisi, acil çözüm arayışlarının yeterli olmamasından kaynaklanıyor. Şikayetler; genellikle sosyal kurumların aktif hale getirilmesi çağırılarına dayanıyor. Aile ocaklarındaki yüreklerin dağlanmasını gideremedikçe, bu sosyal yara hepimizin bağrında daha büyük hasarlar açacaktır.
Osmanlı’da düzenin sarsılmasını önleyecek çıkış yolu vakıfların varlığında görülmüştür. Doğru yol böyle bulunmuştur.
Vakıflar, iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, dayanışma ve yardımseverliğin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir.
Osmanlı’dan beri “vakıf cenneti” olan Türkiye’de, bugün için söylemek gerekirse, “sevgi ve saygı” platformu oluşturacak vakıf sayısı düşüktür. Pek çok vakfın da amaçları dışında hareket ettiklerine dair söylentiler yaygındır. Genelde sağlık, eğitim, san’at ve daha değişik kollarda faaliyet gösteren vakıflarımız üzerinde de, yoğun şikayetler toplanmaktadır. Toplumun gözünde; en sık etkinliklerle görülen vakıfların “plaket” dağıtma alışkanlıkları mizahi bir anlayışa davetiye çıkarmaktadır.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin bünyesinde doğan Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı, gerekli dönemlerde yayınladığı bildirimlerle şu çağırıda bulunmaktadır:
“Vakıfların sosyal huzurun sağlanmasında etkinlikleri büyüktür. Bu kurumlar önemli ekonomik bir güç olarak 3.ncü sektörü temsil ederler. Üzülerek belirtiriz ki, ülkemizde “sevigi” kirliliği yaşanmaktadır.
Sevgi, evliliğin, yahut kişisel aşkın itici gücüdür. İnsanı yaşama bağlayan, bu kutsal duygudur.
Uzun süren araştırmalarda, aile içi sorunların kangren haline gelmesinde, sosyal bilimcilerin payının oranı hesaplanmıştır. Kitlelerin “korku” kültüründe yaşayıp büyümelerin, bireylere zamanla akıl tutulması yaşatmaktadır.
Yaşamlarında “yenik” ve “ezik ruh taşıyanlar, kendilerini ezan duygularını intikam aracı olarak kullanabilmektedir.
AİLE KAVRAMI..
Kahvehaneyi tercih eden, tavla oyununa meraklı iki arkadaş, gecenin bir vaktinde evlerine giderken biri sordu:
“Rövanş için akşam kaçta buluşuyoruz. Aynı saat uygun mu?
Arkadaşı, birden uykudan kalkmış gibi parmağını salladı:
“Hayır, hayır.. Yarın ben nikahlanıyorum. Ama, nikah sonrası istersen buluşabiliriz!..”
Aile olma, aile kurma bilinci gelişmemiş insanlarda bu tür tutkular, hayatın derinliklerinde, kaybedilen duygular olarak şok etkisi uyandırmaz mı?
Bir Fransız atasözüne göre: “ Her akılsıza hayran olacak, başka bir akılsız bulunur.”