UZMAN ONBAŞI
Vehbi Üsküdar’da Kapalı çarşıdaki küçük dükkanında türlü tuhafiye malzemesi satar, deforme olmuş fermuarları tamir eder. O Üsküdar’da ticari sermayesi ,itibarıyla boy ölçülemeyecek kadar küçüktür.
Rahmetli babasından kaldı bu meslek. Kendisini ne okuduğunu ,hangi okuldan mezun olduğunu bilmiyorum. İcap etmedi sormadım da.
Babasından kalan bu kırk yıllık mesleği sürdürür. Zaman zaman geçerim buradan Üsküdar Kapalı çarşıdaki dükkanının önünden. Kapalıysa bilirim ki, Mahmutpaşa”ya malzeme almaya gitmiştir. Ne olursa olsun sizi fazla bekletmez, gelir.
Düğme, iğne iplik ,fermuar derdine düşmüş orta gelir ev hanımlarını onu kapı önünde beklerken görürsünüz.
Fermuar tamiri hususunda bir yarışma olsaydı muhakkak ki, Vehbi bey derece alırdı. Olura, şemsiyenizin teli mi koptu, küçük bir kopukluk ise çekmecesinden pensesini çeker, telleri kıvırır. Sapasağlam size teslim eder. Ücret de almaz.
Şemsiye tamirini ise işin profesyoneline teslim etmek üzere emanete alır. Üzerine işsahibinin telefonunu iliştirir.
Vehbi bihakkın iyi bir usta, iyi bir esnaf, karakter sahibi biridir.
Sessiz ,iddiasız, günlük maişetinde olan biridir.
Ben tanırım böylelerini, hırs yapmaz, kolay kolay öfkelenmezler. Her halukarda efendiliklerini korurlar.
Dükkanındayım. İğne iplik ve biraz da sohbet icap etti. Bir miktar babasından, babasının dostlarından, bir miktar da Rahmetli Gönenli Mehmet Efendi’den bahsettik.
Benim de şahsen tanıdığım, Hüseyin Metozade’den bahsettik.
Kendisi doksan küsür yaşlarında, uzun boylu, kupkuru tahta gibi bir adamdır. Doğrusunu söylemek gerekirse Rahmetli Gönenli’nin talebesi olan bu adam artık yaşlı ve ağır işitiyor. Son görüşmemizde , rahmetli Gönenli’yi mezara indirirken hayret etmiş. Çünkü rahmetlinin bedeni tüy gibiymiş. Hatta tüyden de hafifmiş…
Vehbi’nin dediğine göre, Hüseyin abi Pazar günü , öğleden sonraları Eyüp’te medfun rahmetlinin mezarını ziyarete gidiyor. Bu Hüseyin Abi bana öyle geliyor ki, bu dünyanın adamı değil. Çoktan bir başka dünyanın adamı olmuş. Onlarla oturup onlarla konuşuyor.
Dükkana emekliliği yaklaşmış, iri yarı, bakımlı ve saçları karaya boyanmış bir hanım şemsiyesini getirdi. Dikkat ettim, şemsiyesi görüntüleri eskilerde kalmış Üsküdar hanımların şemsiyesine benziyor. Kenarları fırfırlı. Tente kenarları gibi salınıyor. Teli kırıkmış.
Tahmin yürüttük, diğer ev hanımı müşteriyle ; bu hanım bir öğretmen olmalıydı… Dükkandaki diğer müşteri hanım; kadını onore etti; “ eski öğretmenlerin hali bir başka !” dedi. Hanımefendi bir şey demedi hafifçe gülümsedi, gururlandı. Egosu kabardı birden, Şemsiyeyi bıraktı “ yarın alırım” diyerek dükkanı terk etti. Belki de bizim gibi kenarda ayakta bekleyen insanlarla fazla muhatap olmak istemedi.
Öğretmen hanım çıktı, dükkana düğmesi kopmuş, yakası bağrı açık bir uzman onbaşı içeri girdi. Tamir edilmiş bekleyen montunu aldı, borcunu sordu. Vehbi askere “ borcun yok” dedi.
Vehbi’ye göre borcu ödenmişti. Bütün ısrarına rağmen onbaşıdan para almadı. Sordum; “ebediyen askerlik” dedi. Dal gibi, uzun boylu, yakışıklı bir çocuktu. Belki birkaç günlüğüne ailesini ziyarete gelmişti. Belki birkaç gün sonra belki İdlib’e, Afrin’e, belki Trablus’a, belki de Somali’ye gidecekti…