İSKENDER ÖZSOY

İSKENDER ÖZSOY

ÜSTÜ KALSIN

ÜSTÜ KALSIN / 80 Yıl Saklanan Emanet Anahtar

Onlar Anadolu ve Trakya topraklarında huzur içinde yüz yıllar geçirdiler.
Erkeklerin sağdıçları; kızların evcilik arkadaşları ve sırdaşları hep Türk'tü.
Kirve oldular komşu çocuklarına, sünnetlerinde.
Askere gittiler birlikte.
Düğünlerde birlikte halay çektiler, harmandalı oynadılar ve aynı masada kadeh tokuşturdular.
Ayrı da olsa bayramları, bayram sevinçlerini paylaştılar.
Paskalya, Ramazan ve Kurban fark etmedi onlar için.
Paskalyada herkes sağdıçlarına çörek ve boyalı yumurta yollardı.
Kurban Bayramı'nda da Türk komşuları onları hiç ihmal etmez, paylarına düşen eti evin küçük çocuğuyla gönderirdi.
Ama…
Gün geldi, ortalık toz duman oldu.
Ardından savaş ve çile.
Ve acı yolculuklar.
Bazıları treni, denizi, gemiyi doğup büyüdükleri toprakları terk ederken ilk kez gördüler.
Sivas'tan, Nevşehir’den, Kayseri’den, Niğde’den, Yozgat'tan, Tokat'tan yola çıkan yüz binlerce Rum göç yollarında çile çekerek tükendi. 
Ege, Akdeniz, Marmara ve Karadeniz limanlarından kendilerini Yunanistan'a götürecek İtalyan, İngiliz ve Fransız gemilerine bindiklerinde ellerinde sadece hüzün kalmıştı.
Zorlu yolculuklardan sonra Yunanistan'a ulaştıklarında onlar "ölü can"dı.
Mübadele anlaşması gereği Ürgüp’ün Sinasos (bugün Mustafapaşa Mahallesi) kasabasından 1924’ün ağustos ayı sonundan ayrılan Rumların zorunlu göçü Mersin’den 2 Ekim 1924’teki son çıkışla tamamlandı.
Rumların yerine, aynı tarihlerde Yunanistan’ın Kastorya kentinden gelen mübadiller yerleştirildi.

“GERÇEK”TEKİ ANAHTAR

Ve iki ülkenin mübadillerinin ilk iki kuşağının hayatları bir burada, bir orada sürüp gitti; gurbeti vatan bilmenin acısını yüreklerinde saklayarak.
Ve hâlâ sürüyor vatan özlemi ve köklerinde koparılmanın dramı.
Pire’deki Yeni Sinasoslular Derneği’nin eski başkanlarından Kyriakos Vlasiadis ikinci kuşak Sinasos mübadili. 
Gün gelmiş, o da köklerinin peşine düşmüş; ailesinin filizlendiği Sinasos’a gitmiş.
Onun şimdi okuyacağını “memleket” izlenimlerini anlattığı metni,  Lozan Mübadilleri Vakfı’yla (LMV) 2-5 Haziran 2016’da gittiğimiz Sakız Adası’nda LMV Korosu’nun verdiği konserden önce Faros Mübadele Derneği’nin başkan yardımcısı Keti Houli okudu.
Kyriakos Vlasiadis’in can alıcı izlenimleri 22 Mayıs 2016 tarihinde Facebook’ta  PaxCappadocia (Barış Hikayeleri) sayfasında Despina Bougioukmanou Papandreou’nun çevirisiyle yayınlanmıştı.
İşte o çeviri:
“Annem ve babam Sinasos’ta doğmuşlar, Yunanistan’da evlenmişler. Ben ve kardeşim Pire doğumluyuz. İlk kez 2000 yılında görebildim Sinasos’u. İlk işim baba evimi bulmak oldu. Baba evim Sinasosluların Mesohori olarak adlandırdıkları kasaba meydanındaki Konstantin ve Eleni Kilise’sinin sol tarafındaki evdi. Ondan sonra yedi kez ziyaret ettim Sinasos’u. 2004 yılında gerçekleştirdiğim ziyarette  kasabayı dolaşırken bir ara Kipos  Mahallesi’ne (Bugün Yukarı Mahalle.İ.Ö) doğru yöneldim. Amacım, bana aktardıklarından yola çıkarak kızlık soyadı Hacıserafim olan rahmetli annemin yaşadığı evi bulabilmekti. Sonra ansızın bir kapının önünde yaşlı bir adam gördüm. Sormak istedim. Ama bu mümkün değildi. Ne ben Türkçe konuşabiliyordum, ne de o amca Yunanca biliyordu. Zaman ansızın durdu. Ne diyeceğimi bilemedim. O bana bakarak defalarca tekrarlıyordu: “Hacıserafim… Hacıserafim…’ Anladığım kadar orayı  ziyaret eden insanlara, bir   zamanlar bu evde Hacıserafim’in oturduğunu anlatmaya çalışıyordu. Rahmetli annemin evini bulduğumu anlamıştım. Ama ona ne diyeceğimi bilemedim. Bir şeyler yapmak, ona Hacıserafim’ın oğlu olduğumu anlatmak  istedim. Kendimi göstererek ‘mama’ dedim. Ayağa kalktı. Bir an öyle kalakaldı. Anlamıştı. Beni kucaklayarak öptü. Beni içeri davet etti. Evi gezmeye başladım. Evi biz nasıl bıraktıysak o şekilde muhafaza ettiklerini anlatmak istiyor, fakat bunu nasıl yapacağını bilemediği için de bildiği en yakın kelimeyi defalarca tekrarlıyordu: ‘Orijinal…. Orijinal.’ Sonra avluya geçtik. Avludan boylu boyunca Kipos Deresi görünüyordu. Duygulanmıştım. Kipos’tan aşağıya bakarken ağlamamak için   çaba göstermem gerekiyordu. Yaşlı adam ise mutluydu. Avuçlarında az önce kiraz ağacından topladığı meyveleri bana sunuyordu. Yerel kıyafetler içerisindeki ufak tefek hanımı (*) önümüze kuru yemiş ve meyvelerle dolu bir tabak koymuş, sevinç dolu bir ifadeyle gözlerini dikmiş bizi izliyordu. Evden ayrılmak için ayağa kalktığımda, kadın içeri gidip avuçlarında tuttuğu bir nesneyle bana yaklaştı. Elinde tuttuğu nesneyi avuçlarıma bırakırken “mama, mama” diye tekrarlıyordu. Avucumun içinde paslı bir anahtar bulunuyordu. Bu beklenmedik bir olaydı. Saygıyla mübadeleden evvel bir asırdan biraz daha az bir süre için  muhafaza edilmiş bir aile yadigârı. Annemin evinin anahtarı. Onlara sıkıca sarıldım ve hızlı adımlarla avuçlarımda anahtarla evden uzaklaştım. Ağladığımı görmelerini istemiyordum. Daha sonra yaşlı adamın isminin Galip Doğru olduğunu öğrendim. Onun evi ve annemin oturduğu ev her Sinasos ziyaretimin ayrılmaz parçası olmuştu. Onları akrabam gibi hissediyorum ve bu duyguların da karşılıklı olduğuna inanıyorum. Halk olarak bölüşemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Anahtar ise Sinasos koleksiyonumun ve hayatımın önemli  bir parçasını oluşturuyor.”

ÖYKÜDEKİ ANAHTAR

Kyriakos Vlasiadis’in anlattıklarının benzerini ben de öykü olarak yazmıştım.
Sinasos’ta geçen öykü 2014 yılında Ah Vre Memleket adlı kitabımda yer almıştı.
Kitabımla aynı adı taşıyan öykümün bir bölümü şöyle:
“……….
İlk sözü Recep Ağa aldı:
‘Hoş gelmişsin evine Vasili evladım, hoş gelmişsin. Buyur otur. Burası senin evin.’
Recep Ağa ‘Burası senin evin lafını’ bilerek kullanmıştı. Oturduğu evin sahibinin başkası olduğunu biliyordu. İşte gelmişti sahibi. 
Hiç konuşmadan elinden tutup üst kata çıkardı, bahçeye bakan odaya soktu Vasilis’i.
Heyecanlanmamaya çalışarak kapağında mahfazası içinde Kur’an-ı Kerim asılı musandıranın sağ kapağını arkaya kadar açıp sordu Vasilis’e:
‘Burada adı yazan Vasili sen misin?’
‘Evet.’ dedi Hristos’un oğlu, ‘Evet benim. Ayrılacağımız günlerde çakıyla kazıyarak yazmıştım.’
Musandıranın kapağının arka tarafında  ‘Ben Hristos oğlu Vasilis. 12 Eylül 1924.’ yazıyordu.
Recep Ağa’nın gözlerinden yaşlar boşandı aniden.
Vasilis’in de, Hüseyin’in de.
Recep sarıldı Vasilis’e, alnından öptü.
25 yıldır ‘Kim bu Vasilis?’diye merak ettiği Vasilis’i karşısında görünce yüreğindeki bukağı kırılmıştı.
Torunu Ayşe’ye seslendi:
‘Kızım emaneti getir bakayım.’
Recep Ağa, torunun getirdiği tahta kutuyu dikkatlice açtı ve içinden çıkan anahtarı Vasilis’e uzattı:
‘Al evladım bu anahtarı. Bu ev senin. Ben yarından itibaren oğlumun iki adım ötede yaptırdığı yeni eve taşınacağım.’
Vasilis, elinde doğduğu evin anahtarı dondu kaldı.”
……….
İşte böyle.
Bir gerçek, bir öykü.
Benim kurgu öyküm meğer on yıl önce gerçeğe dönüşmüş.
Birbirini tanımayan, bundan sonra tanıması zayıf ihtimal olan iki kişinin bir gerçekte buluşması.
Nasıl açıklanır?
….
(*) Galip Doğru’nun eşi Fatma Doğru.

<