CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

ÜSKÜDAR'DA BİR NOKTA

Üsküdar  eski Belediye hizmet binası ile  belediye  çarşısı  yıkılınca, çarşıdaki esnaf çil yavrusu gibi sağa sola dağıldı.  

“ Üsküdar;  altı dar,üstü dar,rızkı dar”   esnafından bir kısmı  esnaflığı terk etti, bir kısmı da  çevredeki birkaç  iş hanına sığındı.  Bunlardan biri de Üsküdar’ın  hayatına  Aydın Tuhafiye, Fermuar Hastanesi adıyla  giren  Şemsettin Selçuk ile oğlu Vehbi idi.

Şemsettin Selçuk’un da diğer esnaf gibi seçenekleri sınırlıydı. Onlar  da eski işyerinin hemen karşısındaki ‘’Kapalı Çarşı’’daki küçücük bir dükkana  taşındılar. 

Şemsettin Selçuk’u ne Google, ne de medya dünyası tanır. Ben onları iki ya da üç sene önce eski dükkanlarında tanıdım.  

Anlattığına göre, onlar, İstanbul’a bundan yetmiş  sene önce Erzincan’ın Refahiye ilçesinin küçücük bir köyünden kalkıp  gelmiştiler. 

Yola çıkmadan önce  annesiyle babasının mezarına son kez bakıp dua etti.

İstanbul’da onlara amcazadeleri kol kanat gerdi. Elleri ekmeğe yetene kadar, göz kulak oldu.  

 Şemsettin zeki bir çocuktu. Hem çalıştı hem okudu.  Çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle  çevresinde sevildi,sayıldı ,himaye gördü. Mahmutpaşa’da tuhafiyeciliği öğrendi.  Tahtakale piyasasında da çalıştı.

Takdir olunur ki, İstanbul şehri, binaları, çarşıları, işletmeleri, şirketleriyle  gün gün büyürken, zenginler daha zengin ,fakirler daha fakir oldu. İşletmelerde  “Söz senettir”, “veresiye  verenler  ” devirleri  kapandı. İçinden paralar saçılan kasası yanında poz veren  “peşin veren”  kalantor zenginler devri başladı. İnsana itibar kalmadı. 

Onlar hep kanaatkardılar, zenginliğe meyletmediler. Desinlere bakmadılar. Anneciği ,her namazda  rızıklarını bir çocuk eliyle gönderen Cenabı Hakk’a şükür etti. 

 Hep Üsküdar’da oturdular. Orada  eski İstanbul beyefendilerini, hanımefendilerini tanıdılar.

Askerden sonra evlendi.  O kayınpederini bir baba gibi , kayınpederi, de  onu bir oğlu gibi sevdi.   Hayatı boyunca  kayınpederini hep iyilikle, rahmetle andı.  Ölene kadar annesiyle oturdu. Onu el üstünde tuttu. Hatırını gönlünü bildi.

 Nizasız fasılasız bir bir atmış yıla yakın evliliğinden bir oğlu ile bir kızı oldu.  

Aradan bir miktar daha zaman daha geçti. 

Şemsettin Abi’yi  sabahları  Karacaahmet mezarlığında yakınlarını ziyaret ederken  görürdüm. 

Onlara dua ettikten sonra , Doğancılar’dan  aşağı yürüye yürüye Üsküdar’a dükkanına  inerdi. Bu yürüyüşlerinden bir kısmında da ben de ona arkadaşlık etmiştim. Üsküdarın eski sokaklarından geçerken eskileri anlatırdı. 

 Bayramlarda ,mübarek günlerde telefon eder ,sağlık ve esenlik dileklerimi iletirdim.

Onu  eski  dükkanında tanımıştım. 

 O zamanlar iflah olmaz bir yolcuydum. Hayatımın çoğu yollarda geçerdi. Günlerden bir gün  yolum İstanbul’a  düştü. Üsküdar’daydım… Karadavut’tan aşağı indim. Belediye çarşısına doğru döndüm.  Baktım;  mütevazı ,küçücük  iğne iplik, düğme dükkanı… Selam verdim, içeri girdim. Dükkan sahibi , incecik,orta boylu,yaşlı, efendiden  kamil bir zat idi. 

Elimde yol  valizi. Adamdan  iğne iplik istedim.    

Havaalanında taksiden inerken pantolonum dikiş yerlerinden atmış, zor durumda kalmıştım. Havaalanını dört dönmüş, bir dükkandan ödünç iğne iplik zor bulmuştum. Gidip mescitte don gömlek pantolonumu tamir etmiştim…

Bu yüzden  “bir yolcunun çantasında  mutlaka  iğne iplik bulunmalıdır,” demiştim. 

İşte bu niyetti beni   Şemsettin Selçuk’un dükkanına götüren…

İğne iplik aldım. Dereden tepeden ,derken eski bir Üsküdarlıyla karşılaştığımı anladım.

Aradan bir zaman daha geçti…

İstanbul’a tayin oldum. Bir ara Ahmet Yüksel Özemre’nin  “ Üsküdar’da bir Attar Dükkanı’’ kitabını  okumuştum. Kitaptaki zatlardan kalan var ise onlara da bu dükkanda rastlarım, rastlamazsam Şemsettin Abiden dinlerim diyerek  zaman zaman dükkanına  uğradım. Sohbetini dinledim. Arkadaşlarından bazılarını tanıdım.

Sohbetini dinledim. İnsanlarla ilişkilerini inceledim. 

Söylemeden önce dinlerdi. Güçlü  bir hafızası vardı. Anlamadığını  tekrar ettirirdi. Hayatında muğlaklığa yer yoktu.  Yol soranı bizzat adresine teslim ederdi.

  Alışverişi kuruş ileydi. Elli beş kuruş,atmış kuruş gibi…

Fatih ’in  tanınmış alim ,fazıl  hocalarından Gönenli  Mehmet Efendi namında keramet sahibi bir zat var idi. Zaman zaman  Üsküdar’a  “ Aziz Mahmut Hüdayi”ye  vaaza gelirdi.  Namaz ,dua ve tesbihattan sonra, müşkil sahibi cemaattan her biri bir kağıt ile kendisine başvurur dua ister idi. O da sıra ile dua eder idi. Cenabı Hakk’tan müşkillerinin hallolmasını diler idi.   

Ben de oğlum  Vehbi  ile vaazını dinlemeye, duasını almaya gittim. Derlerdi ki, Mehmet Efendi’nin elinden para almak  çok bereketlidir. Eline uzandım. Mehmet Efendi “  Ha bereket” diyerek  elime bir miktar para sıkıştırdı.  

Diğer bir sefer de bir  cenaze sırasında oldu.“ Ha bereket” diyerek gene elime gizlice bir miktar para sıkıştırdı. 

Çok zengin olmadım ama Allah’a şükür,darda da kalmadım...”

Şemsettin Abi’nin çok geniş bir çevresi vardı. Sevilen sayılan, abi, amca, dayı hangi sıfatla olursa olsun çevresinde tabii bir ağırlığı var idi. Vakar sahibi, ciddi ,ağır  bir adamdı. Özü sözü ile  Üsküdar’ın son beyefendilerinden biriydi.

Bu sene memlekete gittim. Dönünce, telefonumu düşürüp ekranını kırdım. Bu sebeple ,bir çok arkadaşım gibi Şemsettin abiyi de arayamayıp  onlardan haber de alamadım.

 Kendisiyle arada hastanede, Karacaahmet’te  karşılaşırdım…

Geçen gün  pasajdaki dükkanına doğru yürüdüğümde tabelasında kırmızı ışıklı  Aydın Tuhafiye yazısının yanmadığını, kapının kapalı olduğunu görünce, endişe ettim. Dükkanın önüne geldiğimde cam kapının üzerine yapıştırılmış  kağıtta oğlu Vehbi Bey’in   “ Babam Şemsettin Selçuk’un cenazesi 7 kasım günü ikindi namazından sonra  Çakırca Hasan Paşa Camiinden kaldırılacaktır. “  yazısını okudum. Hüzünlendim. 

Cemaat camiye sığmadı…

Her sınıf ve tabakadan insan ona canı gönülden “helallik” verdiler. Mezarlığa gidip dua okudular. Onu  Karacaahmet’te, Vakıflar’dan emekli kayınpederinin mezarının üzerinde toprağa verdiler.

Mavi gözlü genç bir  hoca , Kur’an’dan sureler okuyup ,dualar eyledi. Cemaat hep bir ağızdan” amin” dedi.

Derler ki, “Yel üfürdü,su götürdü,fani dünya kime kaldı?” Yetmiş sekiz yıllık  hayat hikayesiyle Şemsettin Selçuk ,içindeki büyük dünyasıyla küçücük bir kabre sığdı…

 O dar gelirli ,mütevazı ailelere elbiselerini yamasınlar, kanaatkar olup  düşen düğmelerini diksinler diye onlara Tahtakale’den, Mahmutpaşa’ dan  iğne ,iplik, düğme getiren zarif yaşlı beyefendiden  bir zat  idi. 

O Üsküdar’da sayıları gittikçe azalan noktalardan bir  nokta idi.

 Allah  Rahmeti  ile muamele eylesin, mekanı Cennet olsun.

<