FARUK KORÇA

FARUK KORÇA

FARKLI TARAF

ÜNİVERSİTE SINAVLARI KALDIRILMALI (2

ATATÜRK VE ÖĞRETMEN AYŞE SIDIKA AVAR

Yıllar önce İzmir kadınlar hapishane’nde mahkûm kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün maarif müdürünün odasına, zayıf, ufak tefek bir genç kız girdi:

-“Ben, bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim”, dedi.

Maarif Müdürü şaşırmıştı; karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik de son derece hassas bir insana benziyordu. Müdür bir kere daha hapishanedeki tipleri göz önüne getirdi. Olacak şey değildi!

Lakin düşüncesini belli etmedi:

-“Peki, hoca hanım," dedi. "Bu işle meşgul olacağım."

İki hafta geçmeden genç kız, soluk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli demir kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu.

Hapishane Müdürü de, Maarif Müdürü gibi hayretler içinde idi. O kavgacı, o geçimsiz mahkûmlar genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Hatta bir kere dersten çıkarken kendisini alkışlamışlardı da. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.

Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren genç kızın bir müddet sonra acayip bir suçla mahkemeye verildiğini ve adliyeye götürüldüğünü görüyoruz. Hakkındaki isnat: “misyonerlik”. Gittikçe kabaran dosyalar mütemadiyen misyoner öğretmenden bahsediyordu.

Neler de neler yapmamıştı ki:

Kadınlar hapishanesi, derken, kinder garten teşkilatında çalışmalar, çocuklara iyi insan olmak etrafında bir takım telkinler. Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi? 

İş o kadar dallanıp budaklandı ki, ATAÜRK, meseleyi merak etmişti.

-“Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz.” dedi. Bütün gece dosyayı inceledikten sonra ertesi günü AVAR’ı yanına çağırttı.

Genç öğretmen ATATÜRK’ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu. ATATÜRK, bu ufak tefek genç kıza hayretle baktı:

-"Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.

AVAR şaşırmıştı. Yavaşça:

-"Efendim, ben öğretmen AVAR." diye fısıldadı.

ATATÜRK, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:

-"Hayır... Sen misyoner AVAR’sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım."

Ondan sonra ATATÜRK fikirlerini açıkladı:

-"Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen doğu’ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları bu cemiyetin potasında yetiştirecek, sonra bu çocukları birer ışık huzmesi halinde köylere gönderecekti."

Sözlerin sonunda:

-“Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın” dedi.

Genç öğretmen içi içine sığmaz bir halde ATATÜRK’ün yanından çıktı.

İşte yıllar ve yıllardır AVAR, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde, bu inanılmaz işle meşgul oldu.

Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevresindeki halk, bu ufacık, tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinden sayısız AVAR şarkıları vardı. O, yol vermez geçit tanımaz dağları at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.

AVAR, doğu’da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadını, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:

-“Kızımı da götür, AVAR!” diye atın üzengisine yapışıyorlar...

Şehre, AVAR’ın okuluna gelen kızı bir kere de üç dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm.

[Hikmet Feridun ES, Hayat Dergisi , 1957]

Misyoner öğretmen Sıdıka AVAR, ülkemizin gazeteci - araştırmacı - yazarlarından ve aynı zamanda program yapımcısı ve sunucusu "Banu AVAR"ın üvey annesidir de.

EFSANE ÖĞRETMEN SIDIKA AVAR

Doğuda, Ağrı Dağınca yüce,

Adı gönüllerde efsane,

Sıdıka AVAR,

Sığmaz hiçbir övgü çerçevesine,

Yürümüş, inançlı adımlarla,

Karanlığın üstüne, üstüne.

Gencim, inceciğim, tekim, dememiş,

Aydınlığında gündüzün,

Karanlığında gecenin.

Dağ, tepe, kapı kapı çocuk dilenmiş.

Bilgi ışığında, yumak.

Dergi suyunda durulamak için.

Selam sunmuş geçtiği vadilerden.

Yamaçlardan tepelerden.

Ressamına, şairine, heykelsisine,

Bir ad bırakmış ki , ölümsüz,

Gerilerde.

Küçük kalır yanında nice adlar.

Canlanmadı o adı taşıyan.

Üstün insan mermerde, taşta, tuvalde.

Destanlaşmış onuru öğretmenliğin.

Eşi benzeri yok, SIDIKA AVAR.

[Çoşkun ERTEPINAR]

Sağlıcakla kalın.

(Bitti)

<