TÜRKÇE'Yİ BİLMEMEK
Sevgili dostlar, bir milletin, ulusun tarihsel sürecin içerisinde varlığını belirleyen, yaşadığı ve yaşarken ortaya koyduğu medeniyetin büyüklüğü ve etkinliğinin ortaya konmasındaki en önemli ve somut veri lisandır. Yani konuştuğu ve yazdığı dil..
Ait olduğu toplumun var oluşunun göstergesi olmak özelliği, dilin okurken veya yazarken yıllar içinde de olsa değişikliğe uğramadan süreklilik kazanmış olmasındaki en önemli etkendir.
Her ülkenin kendi lisanını sürekli öne çıkararak özelliklerini korumak ve kollamak konusunda gösterdiği titizlik, tarihsel süreç içerisinde kendisinin var olduğunu gündemde tutmanın en kesin ve kestirme çalışması olmaktadır. Bu rol, araştırmaya, bulmaya ve bulunanları koruma altında tutmaya götüren etkinliklerin hepsini bir arada yürütmenin zorunluluğunu kendiliğinden ortaya koyar.
Şöyle ki araştırmak ve bulmakla ilgili; 6. yüzyılda Orta Asya’da Hakas ve Tuva Cumhuriyetleri içinde, Yukarı Yenisey Vadisi’nde bulunan “Yenisey Yazıtları” ve Moğolistan sınırları içinde Orhun Irmağı kenarında 716-732-735 yıllarında dikildiği anlaşılan “Orhun Abideleri” (Göktürk Abideleri), yüzyıllar öncesinden Türklerin var oluşunu, kendilerine ait olan ve günümüzde bile halen geçerli kelimeleri barındıran ( köz-kelmek-körmek, göz-gelmek-görmek ) bu kitabelerin ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bulunanları koruma altında tutmak derken yalnızca abideleri değil aynı zamanda içeriğini de korumak zorunda olduğumuzu anlamalıyız.
Lisanın içeriğinde değişimin meydana gelmesi zaman içinde lisanın dejenerasyonuna neden olurken aynı zamanda ait olduğu toplumun da temel yapısında bozulmalara sebep olmaktadır.
İletişimin en temel unsuru olan lisanın yozlaşması, anlaşılmanın ve kendini ifade edebilmenin de bozulmasına yol açacağından zaman içerisinde geçmişle olan bağın da kopmasına neden olacaktır.
Türkçe’de 14.198 i yabancı kökenli olmak üzere 111.027 kelime ile birlikte söz, deyim, terim ve ad olarak da 616.767 söz varlığı bulunmaktadır.
Buna karşın;
Hayatı boyunca yalnızca 400 kelimeyle yetinen ve günlük yaşamda devamlı olarak aynı 40 – 50 kelimeyi tekrar ederek konuşan insanlarımız var ve ( yani, aynen öyle, şey, hııı ) gibi kelime ve seslerle açıklarını kapattıklarını sanarak, konuşmalarındaki ve kelime hazinelerindeki yetersizliği şık olmayan bir şekilde ortaya koymaktalar.
Dağarcığımızda sahip olduğumuz kelime sayısının fazlalığı ve konuşurken bunların çeşitliliğini ortaya koyacak şekilde anlatımımızın olması, ifade tarzımızın karşımızdaki insanı sıkmayacağı gibi aynı zamanda kültür seviyemizi de ortaya koyacaktır.
Konuşmamızdaki güzelliğin çocuklarımızın üzerinde de son derece olumlu etkileri bulunmaktadır..
Değerli okurlar, yalnızca konuşmak bir dilin yarısını ifade ediyorsa, diğer yarısını da yazmak oluşturmaktadır. Doğal olarak yazmanın kriterlerini kapsayan imla kurallarını bilmekle birlikte, konuşma dilini olduğu gibi yazıya dökemeyeceğimizi de bilmek durumundayız. Konuşma dilimizde yöresel şiveler olabilir ancak kelimelerin sonundaki heceleri yutarak veya yuvarlayarak telaffuz etmemiz, hele hele bunu olduğu gibi yazıya dökmemiz konuştuğumuz lisana ihanet etmektir.
Bu duruma kısaca ve çok yapılan bir yanlışı örnek olarak vermemiz gerekirse;
Geleneklerimizin gereği olarak ailenin büyük erkek çocuğuna saygıyı ve onurlandırmayı simgeleyecek şekilde “Ağa” ve “Bey” olmak üzere iki kelimeden meydana gelen bir isim verilmektedir. Kelimenin aslı “Ağabey” şeklinde söylenmesi gerekirken, aceleyle ve kısaltılıp “Abi” olarak telaffuz edilmekle birlikte, öylesine yerleşmiş bulunmakta ve ne yazık ki yazıya da “Abi” olarak aktarılmaktadır. “Abi” kelimesi “sert sürekli sesli kalın” bir harf ile başlayıp (A), “yumuşak sürekli sesli ince” bir harfle (İ) bitmekte, ortada bulunan (B) harfinden önce gelen (A) harfi; kurallara aykırı ve gereksiz bir şekilde (aaa) diye çok uzatılarak, (B) harfinden sonra gelen (İ) harfi ise yine kuralsız olarak (ii) diye az uzatılarak ( aaabii ) okunmasının Türkçe’de hiçbir kuralla ilgisi olmadığı gibi, dayandığı herhangi bir köken olmadığı için de tamamen anlamsız bir kelime türemiş ve dilimizi işgal etmiş durumdadır.
Türkçe’de her kelimenin anlamını ifade eden kaynaklandığı bir kökeni var..
Benzer yanlış bilgi ve uygulamaların zaman içinde telafisi imkansız dejenerasyona sebep olması kaçınılmazdır.
Dilbilimcilere bin yıllar sonra bunun hesabını vermek boynumuzun borcudur.
Değerli okurlar, bizler gazeteci olarak “Dil Bilim” alanında çalışmalar yapan akademisyen veya araştırmacı olmasak dahi lisanımızla ilgili kuralları en iyi bilenlerden olmak ve bunu yansıtmak zorundayız.
Güzel Türkçemizi güzel konuşmak, güzel yazmak, güzel okumak temennisiyle..
Esen kalın.