SİYASET, AŞİRET, DİYET –II
SİYASET, AŞİRET, DİYET –II
Toplumsal dönüşümü sağlamak amaçlı Cumhuriyet devrimlerinden önemli biri, Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Saltanatın, hanedanın ve saltanatçı ulemanın sultasından dini kurtarmak için kurulmuştur.
Fakat kutsal kitabın ve dinin kendilerinden öğrenilmesini dayatan saltanatçı ulema; çok partili dönemde Diyanet İşleri Başkanlığına tam egemen oldu. Şer’i rejimi özendirmeyi, hanedan ve saltanatı kutsamayı olağanlaştırdı.
Türkiye’yi “küçük Amerika” yapacağını söyleyen Başbakan, grubu milletvekillerine; “siz isterseniz şeriatı da getirisiniz” ajitasyonu yapmaktan sakınca görmedi.
Toprak ağaları; “Öğretmen Okullarını kapatmasaydık ne ağalığımız ne de toprağımız kalırdı” diyerek Cumhuriyet devrimler karşısında ne denli engel çıkardıklarını çekinmeden açıkladılar.
Cumhuriyet aydınlanmasıyla doğu ve güneydoğu bölgelerinde aşiretlerde başlayan değişim; feodal yapıyı harekete geçirdi.
Özellikle Diyanet teşkilatını Meşihat teşkilatı haline getiren saltanatçı ulema; camilerde tarikatları yücelterek Cumhuriyet karşıtı kadroları takviye etti. Zaten 1950-1960 sürecinde iktidar olan parti; Ankara Elmadağ’da keramet gösteren şeyh ile oturup kalkmaya başlamıştı.
1961-1970 döneminde yasaklanmış tarikatlar; cemaat ve vakıf statüsüyle Anayasa’yı dolanmaya başladı. Özellikle Nurculuk gündem oldu.
1980 darbesinden sonra devlette alenen kadrolaşma süreci yaşandı. Rahmetli Erbakan ile İskender Paşa ve Şeyh Kıbrısi ile şeyh Menzil rekabetleri kamuoyunda değişmez haberler oldu.
2002 yılından sonra da hilafet ve şeriat unsurlar; iktidar ortağı olmayı başardılar. 2016 yılında hain Fetö darbesi ile sendeler gibi olundu. Fakat başlatılan KHK dönemiyle Selefi Suud ve Katar gibi şerri devletler idol olarak gösterilmeye başlandı. Bunu için siyasiler, hakkıyla (!) görev ifa etti!
Bu anlamdaki son görev; Cumhuriyet’in 100. Yılında Cumhuriyet Kupası futbol maçını; Atatürk mozolesine gitmeye tenezzül etmeyen, Osmanlıya olduğu gibi laiklikten nefret eden, statta İstiklal Marşı okunmasını istemeyen Suudi Arabistan’da oynatmak kararı oldu!
*****
Türk siyasetçileri çok partili süreçte aşiret ve tarikatları devlet yönetimi içinde aktör duruma getirdi. Demokrat Partisi (DP) de, yasal statüye rağmen güncel hale getirdi.
1960’dan sonra kurulan Yeni Türkiye Partisi (YTP) lideri Ekrem Alican ve Adalet Partisi (AP) lideri Gümüşpala da Doğu ve Güneydoğu’daki feodal yapıyı (aşiret ve toprak ağaları); özellikli olarak meclise taşıdı. “Kurtarıcı ve kurucu” olarak tanımlanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de 1970’ten itibaren bu unsurlarla organik bağ kurmaya başladı.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri de feodal yapının gövdesini oluşturan aşiret, tarikat ve toprak ağalarının gizli gücü olarak, demokrasiyi kesintiye uğrattı. Cumhuriyet devrimlerinin aşındırılmasında önemli rol oynadı.
Aslında 1960 yılından sonra kırsal nüfusun kentlere akmasıyla; kentlerin köyleşme süreci başlar. Çünkü kentlerin varoşlarında kırsalın aşiret nüfuz bölgeleri oluştu. Siyasi partiler, bu yapılarla daha kolay ve fakat daha yoğun ilişki kurmaya başladılar.
Örneğin 1957 seçiminde milletvekili olan Hasan Oral; “Siverek’te Kilise olsa zangoç bile olurum” demişti. Bu söylem; sağ-sol ideolojinin değil, feodal yapının esas alındığının ifadesiydi.
II. Abdülhamit’in Hamidiye Alayları; merkezi otoritenin yetersizliğini gidermek amacıyla kurduğu “asayiş\jandarma” birlikleryidi. Biri dışında hepsi Sünni aşiret ağalarının komutasındaki süvari aşiret milisleridir. Devletin “bizim aşiret, bizim olmayan aşiret” kriteri ile kurulmuştur. Devletin diz çöktüğü bir dönemde, özellikle doğu bölgelerinde Çarlık Rus kuvvetleri ile Ermeni çetelere karşı da kullanılacaktı. Fakat ne yazık ki bunlar; Yavuz Selim-İdrisi Bitlisi dönemin anlayışıyla Sünni olmayan aşiretlerin zalimi oldular. Artıkları da Şeyh Sait isyanının ana kuvvetini oluşturtu!
*****
Dilbilimcilere göre “aşiret” sözcüğü; Arapça “aşıra” ve “eşir” sözcüklerinden türemedir. Toplumsal yapı içindeki “kabile, boy, klan” gibi grupları ifade eder. Cevdet Türkay da; “boy, cemaat, oymak” sözcüklerinin ifadesi olarak belirtir.
Bir sosyal grubun aşiret olarak ifade edilmesi için aşağıdaki kriterler aranıyor:
. Mal sahibi olmak: Ziya Gökalp, bu nedenle “sosyolojik ak ev” olarak ifade eder aşireti. Antropolog Lale Yalçın Hekman da; “klan” sözcüğüyle ifade eder.
. Malbat sahibi olmak: Birden fazla “beşli mal” birleşiminde bulunmuş topluluk (maldaş) halinde olmaktır. Mal birlikteliği, en az yüz yıllık bir süreçte malbantlık aşamasına ulaşır. Demek oluyor ki, ortalama 20 yıllık beş kuşağın yüz yıllık birlikteliğinin ifade edilmesidir. Kuşak yerine nesil, göbek, kol sözcükleri de kullanılır.
. Kabile boyutunda olmaktır: Kuşak veya göbeklerin birleşmesiyle kabile\malbant\aşiret oluşur. Evliliklerle genişler. Kabilelerin birleşmesiyle de “üst aşiret-büyük aşiret” ortaya çıkar. Nitekim “Kürt aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adlı eser; aşiret oluşumunda asıl unsurun “klan\samiyed” (segevilik, batınilik soy, kuşak) olduğunu öne sürer. Arap ve Kürt aşiretleri kabilevi, Türk aşiretler ilşabi ağırlıklı olarak tanımlar. Haluk Çay ise; Türki devletlerin “boy” teşkilatlanması olduğunu söyler: Oğuzların 24 boy olmasını örnek verir.
Şerefhan[1] ise Şerefname adlı eserinde; kendisinin Rejeki aşireti kolundan olduğunu; büyük kolların Hakkari’deki “Ertuşi[2]” ve “Piyan[3]” adlı olduğunu belirtir. Keza “Ağa, Şeyh, Devlet” adlı eserin yazarı Martin van Bruşessen de bu görüşe katılır.
Buna karşın Selahattin Çetiner; “aşiret, aynı soydan aile ve kabilelerin bir reis başkanlığında ve ortak bir sosyal düzenle aynı bölgede toplu yaşayan tayfa-aile-kabile, küçük aşiret halindeki topluluk” olarak tanımlar. İsmail Beşikçi[4] de “aşiret oluşumunda evlenmeyle kurulan akrabalıkla büyüyen konar-göçer” öğelerini yukarıdaki tanımlara ekler.
Bütün bu tanımlardan hareket edilirse; aşiret, bir sülale mensubiyeti olarak ifade edilebilir. Prof. Halaçoğlu da böyle değerlendirme yapar. Türklerde “boybeyi,” Araplarda “Şeyh” tarafından yönetildiğini vurgular. Osmanlı Devleti’nin “aşiretlere kuşkuya yaklaştığını, merkez ve taşra\il yöneticilerinin de bunları “cehalet içinde yüzen, vahşi davranışlara sahip insanlar” olarak gördüklerine dikkat çeker.
Evlilikler yoluyla büyüyen kabilelerin birleşmeleriyle meydana gelen aşiret; kabile reisine “ulu kişi” der. Bu reislerin kararlarıyla federasyon veya konfederasyon denilen siyasi ve idari birlik kurulur. Kamus-i Türk de; “aşiret bir asıldan gelen, birlikte yaşayan ve birlikte konup göçen oymak” şeklinde tanımlar.
2004 yılımda TOBB adına araştırma yapan Doğu Ergil ise aşireti; “bir güç kaynağı, arazi ve mera güvenliği sağlayan dayanışmacı ve fakat sosyal adalet aracı olmayan topluluktur. Üretim için iş bölümü ve işbirliğine sahip değildir. Sadece koruyucu bir şemsiyedir” şeklinde tarif eder.
*****
Siyaset sözcüğü de Arapça kökenlidir. “At eğitimi” anlamındadır. Bir başka dilde (helence) ise “politika” demektir. Politika ile siyaset sözcükleri eş anlamda kullanılıyor. Yaratılışı, düşünce, ideoloji- kültür ve ekonomi bakımından farklı olan insanların çıkarlarını başkalarına karşı korunma eylemidir. Zaten politika\siyaset kelimesi Yunancada “polis\şehir kavramından türemedir. Site\devlet yönetimini ifade eder. Nitekim büyük düşünür Platon da; “Devlet” adlı kitabıyla bu kavramı işlemiştir.
Feodal\feodale sözcüğü ise; Latin kökenlidir. Çoğu aynı aileden gelen senyölerin küçük topraklar üzerindeki ekonomik yönetimini ifade eder. Çoğul şekli; feodalite\feodalis şeklindedir ve büyük arazi sahipleri olan yönetici, yargıç, polis ve asker kimseleri ifade eder. XVII. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da kurumsal olarak ortaya çıkmıştır. Frank Karolenj İmparatorluğunun yıkılmasından sonra meydan çıkan bir sosyal yapı\kurumdur. Ancak anavatanının Fransa olduğu kabul edilir. Çünkü Macar ve İskandinav saldırılarına karşı kırsalda artan tepki; Şato ile senyörler etrafında ve güçlü olanın liderliğinde organize olmuş. Vassallar birleştirilerek direnilmiştir. Bu direniş örgütlemesi, sonraki dönemde feodal kurum olur. Fransa’dan sonra İngiltere ve İtalya’da ortaya çıkmıştır. Roma imparatorluğunun yıkılmasıyla toprak sahibi olan Cermen aşiretler, yönetme niteliğinden yoksun olduklarından, topraklarını savaş stratejistleri ile bölüşerek yönetmeye başlamış. Bu da feodal yapının oluşmasını sağlamıştır. Savaş stratejisti şefler ise; malikhanelerde oturan, askeri gruplarla işbirliği yaparak “şövalye” olan kimselerdir. Daha sonra da “burjuva” sınıfına eklenmişler.
[1] Şerefhan, Bitlisli’dir. XVI. yüzyılda yazdığı eserini dönemin padişahına sunmuştur.
[2] Ertuşiler; Hakkari, an ve Irak’ta yağındır.
[3] Piyanlar; Hakkari ve Bitlis’de yaygındır. Irak’taki Zibar aşiretiyle akrabadır.
[4] İsmail Beşikci;“Doğuda Değişim ve Yaşamsal Sorunlar” eseriyle.