ŞİDDET YALNIZ KADINA MI?
ŞİDDET YALNIZ KADINA MI?
Oturup kalkıp “kadına şiddete son” deniliyor.
Denilmesi de gerekli olmaktan öte; zorunludur.
Peki demekle şiddetin önlenmesiyle ilgili gerekler yerine getiriliyor mu?
Hayır!
Öyleyse, dönüp hükümetin takıyeciliğine bakmak gerekir.
Çünkü bu yüzden şiddet azalacağına artıyor. Hani Osmanlı döneminde, “kanun diye kanun diye kanun tepelendi” cümlesiyle ifade edildiği gibi!
Ayrıca; şiddet yalnız kadına mıdır?
Ne yazı ki toplumun her katmanındadır ve herkesedir!
*****
TBMM’de milletvekilleri tekme-yumruk birbirine giriyor.
Meclis koruma görevlisi olan milli futbolculuktan milletvekili olan; muhalif milletvekillerine yumruk sallamayı hüner sayıyor.
Karakolda görevliler, zanlıları falakaya bile yatırarak işkence edercesine dövüyor.
Toplum polisi, demokratik hakkı kullanarak protestoda bulunan veya gösteri yapan yurttaşların üzerine düşman üzerine gider gibi gidiyor, tekmeliyor, gazlıyor, yere yatırıp boynuna basarak ters kelepçe vuruyor.
Esnaf, döner bıçakları ve palalarla gösteri yaptığı için polisin kovaladıklarını yakalayıp öldürüsiye dövüyor. Yurttaşa gösterdiği bu zalimliği de milliyetçilik sayıyor!
Okulda öğretmen öğrencileri tekme-tokat dövüyor.
İlahiyat okullarında gördükleri şiddet yüzünden öğrenciler intihar ediyor.
Tarikat yurtlarında çocukla taciz tehditi altında kilittli kapılar ardında yangına bırakılıyor.
Mahallede magandalar, “bana yan baktın” diyerek önüne geleni pataklıyor, bıçaklıyor.
Kulüp taraftarları, para için etik değerleri şutlayanlar uğruna birbirini düşmanca hırpalıyor.
Evin babası kadını ve çocuğu döverek otorite kuruyor.
Yetmiyor:
Anne, doğurduğunu döverek ve baba korkusu vererek büyütüyor.
Bütün bunlar şiddetten sayılmıyor.
Oturup kalkıp “kadına şiddet var” diye bağırılıyor.
*****
Siyasi liderler, mafyanın suç makinalerıyla siyasi hasımlarını tehdit ediyor.
Medyada mesaj paylaşmış kızlar; parkta diğerini kıstırp bıçaklıyor.
Siyasi iktidar mensupları, kendilerinden olmayan gazetecilerin yollarını kestirip dövdürtüyor.
Şehit cenazelerinde bile muhalefet liderinin önüne kurşun atılarak tehdit ediliyor; bir diğerinde yumruklanıyor, linç edilmeye yakılmaya çalışılıyor. İktidar, yapanların sırtı sıvazlıyor.
Kendini muhafazakar sayan, beğenmediği şairin anılmasına kızaarak ananları otelde topluca yakıyor. Devlet seyirci kalıyor; suçu işleyenleri özel afla salıveriyor.
İktidar partisine mensup milletvekili, öldürdüğü kız çocuğunu kapı önüne atıp sıvışıyor.
Bir başka siyasetçi, karşı olduğu akademisyeni öldüreni savunuyor.
İki dönem parlamenterlik yapan biri; binlerce seyircinin gözleri önünde hakemi yumrukluyor, yerde tekmeliyor!
Lüks otomobil sahibi; trafik kuralı tanımıyor, trafik polisi görmezden geliyor.
Gazeteler, erkeklik adına her gün tabanca ve bıçakla birbirlerini öldürenleri haberleri veriyor.
Boşanmayı bilmeyen magandaların sokakta kadın öldürmedikleri gün yok gibidir.
Peki; şiddetin her türlüsüne “dur” diyen otorite diye bir şey görülüyor mu?
Buna rağmen tuzu kuru ve masa başında oturan iyimserler hala ahkam kesmeye devam ediyor!
*****
Şiddet ya vardır, ya yoktur.
Cehaletin takdir edildiği bir zamanda toplumun her kesiminde ve herkese yönelik olarak yükselen şiddetten çıkar sağlayan bir anlayış adeta kutsanıyor.
Acısı ile yürekleri buruk anaların, “hiç olmazsa çocuğumuzun mezarı belli olsun” diyerek Cumartesi eylenlerin nedeniyle göz açtırmamak; şiddetten sayılmıyor.
İstanbul sözleşmesi “yürürlükte kalmalıdır” diyen kadınların mitinginde bile; kadınların yerde sürüklenmesi, ters kelepçelenmesi, gözaltına alınması şiddetten sayılmıyor.
Tek imzayla TBBM’nin kabul ettiği İstanbul Sözleşmesi’nin tek imzayla yürürlükten kaldırılması şiddet sayılmıyor.
Tek başına dolaşan, gece sokağa çıkan kadına, ”namuslu olmayan” denmesi, şiddetten sayılmıyor.
Bütün bunlar şiddet değilse; -ne, ne zaman şiddet sayılacaktır- diye sorulmuyor.
*****
Futbolcunun millisi bile mebus olarak yumrukla görev yaparsa; kulüp başkanı da hakem döver.
Parlamento kürsüsünde görüş bildirirken kalp krızi geçirip yere düşen milletvekiline iktidar grubu; “Allah’ın azabı böyle olur” diye bağırması da şiddet olmaz.
Tartışma bilmeyenlerin döküp kırarak fikir göstermeleri (!) de şiddet olmuyor.
“Bu daha iyi günlerin” diyen tepe yöneticinin bulunduğu yerde, “kimin gücü kime yetse” anlayışı; zaten şiddetten olmuyor.
Böylesi koşullarda yetişen savcı, hakim, avukat neye göre kanaat yürütecek ve hakkı savunacaktır?
*****
Önlem diyerek “Adalet Sarayı” denilen binalara girenleri soyarcasına kontrol etmek değil de; Yargıtay hakiminin veya İstanbul’da savcının öldürülmesi mi sadece şiddetten sayılıyor?
Herhangi bir suçlunun yalancı şahit yapılarak masum kimseleri zindanlara tıkamak; şiddetten sayılıyor mu?
Medyada “trol” şovenizmiyle muhalif görünenlerin hedef gösterilmesi şiddet olmuyor mu?
Beli silahlı magandaların cirit attığı mahalle ve sokaklarda, sadece kadınların değil, her yaş ve cinsteki vatandaşa yönelik eylemleri, şiddet değil mi?
“Yöneticinin konforlu ve gösterişli seyahati için -benim yolumun kesilmesi etik değildir- diyenin kraldan daha kralcı emniyetciler tarafından pataklanması şiddet olmuyor mu?
Devleti ve yöneticisi böyle olan bir toplumun demokrat ve uygar insanlar gibi şiddetten uzak kalması olanaklı olur mu?
Ya da umut edilir mi?
*****
Umut edeceğiz yine de:
Şiddeti yaşam biçimi haline getirenleri de doğuran kadınların; şiddet karşıtı olan evlatlar yetiştirmeleri beklentisinde olacağız.
Bu da Kaf dağının ardındadır şimdilik!