Sevgi ile Ölümü Kucakla
“Yıllar önce ben böyle öldürüldüm” yazıma bir alt başlık daha ekleyerek, düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya devam etmek istiyorum.
Sevgi ne kadar tanımlanırsa tanımlansın yine de "X" bir kavramdır. Onu çözümleyebildiğimiz sürece hayat dediğimiz bu yolda bir şeyler yapmış olacağız. Çünkü sevgi; duygusallık, nefret, kin, aşk, hilekarlık, günahkarlık, ... İnsana dair her şey, ama her şey demek.
Ona ulaşarak, ölüme yaklaşalım...
Ölüm, sadece arayışın durdurulması fonksiyonundan ibarettir…
Zaten, beden bizim değil…
Sona ulaştığımızda, maskemiz düşecek ve hiç olmadığımız kadar ruhumuzla birlikte olacağız, yaşarken olduğu gibi…
Zihnimde bir yığın soru işareti uçuşuyor, düşünceler geçip duruyor…
Sevgi, mutluluk kavramları insanların birçoğuna basit mi geliyor?
Bunun sebebi tüm duyguları tanımıyor, bilmiyor veya bildiklerinin sentezinin doyurucu olmaması olabilir mi?
Sonsuz bir boşlukta uçuşmalarına, sarılacak bir dallarının olmamasına neden oluyor olabilir mi?
İllaki bir çaba ile somut görüntü oluşturup sarılmaktansa, sevgiyi içinde sakladığını farkına varıp, yüzeye çıkarıp, coşkuyla onu yaşamak, onunla bütünleşmek daha kolay olabilir mi? Belki bu da korkutucudur kim bilir?
Birçoğumuz, "Bizim sevgiyi, mutluluğu aramamıza, içimizden onu çıkarmak için çalışmamıza lüzum yok, onunla elbet bir zaman diliminde karşılaşabiliriz” diyor. Oysa zamanımız çok kıymetli bir hazine olmalı, bizim için geri dönüşe yaklaşmanın belki de sonun başlangıcını yakalayış olmalıdır. Zaman geçip gidecek ve biz bekleyecek vaktimizin kalmadığını anlayamadan sevgisiz, mutsuz veya sevgiyle yorulduğumuzu sanarak yok olacağız.
Kimseye bu hatayı yapmamasını öğütleyemeyiz. Bu da hataların düzelmemesine ve sevgisizliğin ruhumuza yaşarken verdiği acının, sıkıntının sürmesine sebep olacak. Bu sıkıntıya ve acıya son vermek için tek kurtuluş; o duygulara ulaşmak ve zamanın bu geçişine meydan okuyabilmektir. Bunu yaptığımızda emin olabiliriz ki en güçlü, sağlıklı duygu çemberini oluşturmuş oluruz.
Toplumumuzda, bugün ve her zaman var olduğunu düşündüğüm bireycilik, bu duyguların gerçekten oluşmadığının ispatıdır. Oysa bu duygular toplumun ortak olarak geliştirebileceği kavramlardır. Sevgi ve mutlulukta bulaşıcıdır.
"Kelimeler yetmez duygularımı anlatmaya", "Sana duygularımı, düşüncelerimi anlatacak söz bulamıyorum", "ne hissettiğimi anlatsam da anlayamazsın" denir hep, bunları anlatırken de konuşmalarımızdan ne biz ne de karşımızdakiler bir şeyler anlamaz. Çünkü, duyguları ifade etmekte kelimeler yetersizdir, köreltirler tam olarak yansıtmazlar. Kelimeler her ne kadar çok güçlü seçilirse seçilsin sıradan olduğu inkar edemeyiz.
Toplumdaki görevlerin temelini kişiler ve statülerindeki işlevleri oluşturuyor. Her zaman karşılıklı sevgi ve saygıdan söz ederiz ama toplum sevginin boyutu saygıyla sınırlandırılır. Örneğin; öğretmenle öğrenci asla bir sınıfta bütünleşmez, kurallar böyle, kuralları belirliyor, "bilgi yuvası" diye anılan odada, binada, alanda, her yerde...
Bir fikrin etrafında dolanmaya başladım yine, önümüzdeki yazılarda bakalım nerelere ulaşacağım.
“Sevgi” ile kalın…