Kerim EVREN

Kerim EVREN

Nankörlüğün Kısa Tarihi İHANET -2

Ozan Karacaoğlan, şiirine kendine özgü gülmeceyi de katarak yirmi yaşındaki sevgilinin 'geçmez akça pula benzediğini' söyler.

Ama, hayatın gerçekleri öyle demiyor.

* İtalyan asıllı Fransız şarkıcı - oyuncu Yves Montand  (1921 - 1991), kendisini keşfeden "Kaldırım Serçesi" Edith Piaf  ile aşk yaşadı. Şansonlar kraliçesi Piaf, Montand'dan altı yaş büyüktü. Ama, bir yıl sonra terk edilen 'küçük' sevgili oldu.

* Montand 30'unda, bu kez de kendisinden 10 yaş büyük Fransız oyuncu Simone Signoret'ye âşık olup onunla evlendi. 

* Yönetmen George Cukor, 1960 yılında, başrolünde Marilyn Monroe'nun oynayacağı "Lets Make Love" (Gel Sevişelim) filmi için 'esas oğlan' arıyordu. Yves Montand'da karar kılındı. Her ikisi de evli olan Monroe ve Montand'ın 'film icabı' aşkları gerçek oldu; hem de eşlerinin gözü önünde ilişkilerini sergilemecesine.

* "Gel Sevişelim"in farklı bir elden çıkmış, pek beğenilmeyen senaryosunu günlerce kafa patlatarak yenileyip Hollywood kalıplarına sokan kişi, Marilyn Monroe'nun aşk evliliği yaptığı yazar Arthur Miller'dı. Bu özverisine karşın Miller, 'nankör' karısının Montand'la kurduğu ilişkiyi umursamaz göründü.

* Montand'ın karısı, döneminin tanınmış feministi Signoret de 'güçlü kadın' imgesine leke sürdürmemeye çalışıp gazetecilere, "Monroe, kocamı beğendiyse bundan gurur duyarım." dedi.

DÖRTGENİN ÜÇ KÖŞESİ

* Film bitti, aşk da bitti. Signoret, uğradığı ihanetin yüreğinde kurşun yarası etkisi yaptığını itiraf etti. "Özlemin Eski Tadı Yok" (Es Yayınları) adlı anı kitabında, solcu bir aydın olarak gördüğü baskıların yanı sıra, Hollywood'da çektiği aşk ıstırabını anlatır.

* Aslında, yukarıdaki 'aşk dörtgeni'nde sol görüşlü olan yalnızca Signoret değildi. Kocası Yves Montand, İtalya'daki Mussolini faşizminden ailesini Fransa'ya kaçıran bir solcu babanın oğluydu. "Armut, ağacının dibine düşer." örneği Montand, Fransız Komünist Partisinin etkin bir üyesi oldu.

*'Aldatılan' koca Miller da (1915 - 2005) sol görüşlüydü. 1953'te yazdığı "Cadı Kazanı" oyununda; senatör McCarthy'nin öncülüğünde ABD'deki adalet ve vicdan dışı "komünist avı"nı eleştirmekle suçlandı. Aldığı cezadan temyiz yoluyla kurtulabildi. 

* Miller'ın "Cadı Kazanı" oyununun, bizim yakın tarihimizde de önemli bir yeri var. İstanbul'daki Atatürk Kültür Merkezi (AKM), 27 Kasım 1970 akşamı bu oyun sahnelenirken karanlık ellerce yakıldı. Sahnedeki oyuncuların açtıkları yangın söndürme musluklarından su akmadı. Elektrik tesisatının sabote edildiği anlaşıldı. İtfaiye araçları, alevler Taksim'in göbeğindeki AKM'nin üçüncü katını sardıktan yarım saat sonra geldi!

* Dünya değişiyor ama Türkiye'de sanata, sanatçıya, sanat yapıtlarına yönelik düşmanlık değişmiyor. AKM'nin yakılmasından iki gün önce TMSF Tiyatro Sansür Komitesi imzasıyla yayımlanan bir bildiride; -sanki 53 yıl sonra günümüzün bir siyasal parti lideri yazmış gibi- "Milliyetçi, mukaddesatçı olmayan bütün oyunlar sahneden indirilsin." denmişti. 

* Ülkemizde adalet de ya hiç gelmiyor veya geç gelip adalet olmaktan çıkıyor. Türkiye Sanatçılar Birliği, yukarıda adı geçen 'komite' hakkında suç duyurusunda bulundu. Tabii ki olumlu sonuç alamadı. Bu arada kırkı aşkın solcu, AKM yangınının da içine atıldığı hayalî bir 'terör sepeti' oluşturularak idam istemiyle yargılandı. 12 Mart koşullarında beş yıl sonra delil yetersizliğinden beraat ettiler.

Ailesi Türkiye kökenli ABD'li yönetmen Elia Kazan'dan Peyami Safa'ya, Victor Hugo'dan Aragon'a, Norveçli tiyatro yazarı Henrik Ibsen'den Alman şair Hölderlin'e değin yaşanmış 'nankörlük/ ihanet' öyküsü örneklerini haftaya sürdüreceğiz.

DİL YANLIŞLARIMIZ

* Bir tv kanalı sunucusunun, 24 Şubat 2023 tarihli yayındaki bir sözü:

"Öneme haiz..."

Haiz; bir şeyi olan, elinde bulunduran, taşıyan, demek.

Özellikle gencecik, pırıl pırıl ekran yüzlerine, böyle eskimiş Arapça kökenli sözcükler kullanmayı hiç yakıştıramıyoruz. 'Zamanın ruhu'na ille de uyalım diyorlarsa öğrenmeleri gerekir:

"Öneme haiz" yerine, "önemi haiz" demek gerekir. 

* Bir başka kanalın ana haber sunucusu, 3 Mart 2023 günkü bültenle ekrandaydı. 155 yıllık onurlu geçmişi olan Kızılay Derneğine nasıl ihanet edildiğini belirtirken şöyle dedi:

"Kızılay'ın bu günkü durumunu sağlayan (falanca kişi)..."

"Sağlamak" bir 'olumlama'dır; herhangi bir işin olumlu sonuçlanması için gerekli durumu, koşulları hazırlamak, temin etmek, anlamında.

Doğru anlatım:

"Kızılay'ı bu günkü duruma düşüren (falanca kişi)..."

TRT'DE SESLETİM SORUNSALI

* TRT, 6257 sayılı özel yasayla kurulmuş. Yasanın "Temel İlke ve Yayın Esasları" bölümündeki fıkralardan ikisi şöyle:

b) Atatürk ilke ve devrimlerini kökleştirmek...

g)... doğru, temiz ve güzel bir Türkçe kullanmak...

Bu devlet kurumu, hâlen yürürlükteki yasayla kendisine verilen söz konusu iki görevi layıkıyla yerine getiriyor mu?

* Atatürk'ten, O'nun ilke ve devrimlerinden dem vurunca birilerinin tepesindeki saçların dimdik olduğunu görebiliyoruz.

Fatih Altaylı'nın 3 Ocak 2023'te, Devrim Yasaları ile ilgili bir sorusuna karşılık Ali Babacan, "Geride kalmış, yeniden bakılmalı ..." yolunda sözler söyleyince de bu kez bizim tepemizdeki saçlar dimdik olmuştu. 

* Aslında, Dil Devrimi de aynı çerçevede. TRT'nin, ekran ve mikrofonlarından "doğru, temiz, güzel Türkçe" kullanma / aktarma" görevini yerine getirmediğine ilişkin sıradan iki örnek verelim:

1- TRT Müzik kanalındaki "Akşam Sefası" adlı izlencede, ("Yeni Yaşar Özel" denilen) tok sesli şarkıcı, Semahat Özdenses'in Uşşak makamındaki şarkısını söylüyor:

"... Sen vefasız yolcu, kalbim viran edersin."

'Yıkık, harap' anlamındaki Farsça kökenli bir sıfat olan "viran" sözcüğünün ilk hecesi uzun okunur; "viiran". Ama, şarkıcı bir iki kez değil, tam dört kez dümdüz okudu.

Kulakları tırmalayan aynı sesletim yanlışına, kanalın 2023 yılbaşı özel izlencesinde bir kadın şarkıcının düştüğünü görmüştük. 25 Ocak gecesi de "Yıldızlar Altında" adlı izlencede...

2- Yine TRT Müzik'te yayımlanan "Nağmeler"de, bu kez çok daha deneyimli (ve de uzun yıllardır adı bir tarikatla birlikte anılan) bir erkek şarkıcı karşımızda. Bir Muhayyerkürdî şarkıyla; "Hani, o bırakıp giderken seni / Bu öksüz tavrını takmayacaktın? / Alnına koyarken veda busemi, / Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?" 

Şarkıcı, sondan bir önceki dizede geçen "alın" sözcüğünün ek almış biçimini "alnına" yerine, üstüne basa basa, "anlına" diye sesletiyor. Sanki sözcüğün yalın hâli "alın" değil de "anıl" imiş gibi.

Üstelik bu şarkının yürek yakan bir öyküsü de var. Şiiri, Orhan Seyfi Orhon (1890 - 1972), 10 yaşında kanserden ölen kızı için yazmış. Orhon'un evlat acısını, Yusuf Nalkesen 1951'de notalara dökmüş.

Şairliğinin yanı sıra İstanbul Erkek Lisesi'nin 'efsane' edebiyat öğretmenlerinden olan Orhan Seyfi Orhon'a en azından saygıda kusur edenleri uyaracak 'bir bilen' olsun kalmadı mı TRT'de?..

GRAM GRAM 'EPİGRAM'

Halkım unuttu ilkyazını,

Tutmaktan depremin yasını.

Kaldıramazsak kurtuluş yok,

Bunca karakter enkazını!

<