Nalbant
Eskilerde kalan bir meslek ve bir esnaftan söz etmek istedim. Nalbant adı üstünde nal ile ilgili esnaftır. Atların çokça kullanıldığı tarım toplumu olunduğu günlerde, taşımacılıkta vaz geçilmez eleman olan atlrn bakımı da çok önem arz ediyordu. Onun yemini, suyunu zamanında vermeli, onu dinlendirmeli, kaşağı ile dakikalarca sırtını kaşımalı, eğer takımını temizlemeli idi esnaf.
Binek hayvanı olanların eğerleri ve giysileri son derece süslü olurdu. Taşımacılıkta kullanılanlar ise daha ciddi görünümlü idiler. Belki de çektikleri çilenin ifadesi okunurdu yüzlerinden ve eğer takımlarından. Payton çeken atlar her halde atların en cemiyetçisiydi. Onlar hep insanlarla, keyifli insanlarla, zevk ve seafa isteyen insanlarla beraber olurlardı. Dikkatli bakınca o atların yüzünde tebessüm bile görülebilirdi.
Xxxx
Çocuk hayretle seyrediyordu. Birkaç adam bir atı aralarına almışlar onunla senli benli oluyorlardı. Bu senli-benli olmayı başka dillere tercüme etmek pek mümkün değil sanırım.
Adamın biri omzunu ata yaslamış, ayağaını dizinden bükülmüş şekilde tutuyordu. Atın ayağı bilekten d e bükülü görülüyordu. Bir başka adam ise elinde kocaman bir bıçak olduğu halde, atın ayağından ince patates cipsi gibi beyaz bir madde çıkarıyordu. Birkaç kez daha ince beyaz cipsleri çıkardılar bıçakla. Sonra da atın ayağının altına dairesel bir demir çerçeve koydular. Elinde bıçak olan adam bu defa büyükçe bir çekiç almıştı eline. O demirin açık yerlerinden atın ayağına çiviler çakıyordu. Çocuk olan bitenden bir şey anlamıyordu. Atın canı yanıyor muydu acaba? Hayır dedi kendi kendine. Atın canı yansa o kadar sessiz durmaz.
Xxxx
Atın tırnaklarını kesmek, atı nallamak bir sanattı, bir zenaattı ve bir meslekti. Atla ilgili bir yığın yan meslekler vardı. Nalbant gibi, eğerci, semerci, zahireci, baytar ve daha adı unutulmuş onlarca meslek ve esnaf vardı. Hepsi atın çevresinde gelişen bir hayatı sürüklüyorlardı. Ziraat toplumu, tarım toplumu böyle bir toplumdu.
Onların kendilerine has değerleri vardı. İnsanı tanırlardı. Ama tanıdıkları insan kendi dünyalarının insanıydı. Sanayi, imalat ve üretim toplumunun insanını asla tanımıyorlardı.
Onların sözü sözdü. Söz ağızdan çıkar ve sözü söyleyeni bağlardı. Şartlar elverdiğince, hatta şartları zorlayarak o sözün gereğinin yapılması bir namus meselesiydi. O insanlar için haysiyet, şeref, fazilet çok önemli değerlerdi. Şefkat, merhamet, insaf da öyle. Adalet ise yer yüzüne yaymak görevleri ile hayatlarını gayelendirmişlerdi.
Xxxx
Atın nallanan ayağı, naldan önce ve sonra kesilen tırnak uzantıları hayvanı rahat yürümeye sevk ediyordu. Oraya buraya çarptığında ayağı acımıyordu.
Nalbant Türk tarihinde, Selçuklu, Osmanlı dahil bütün Türk devletleri döneminde milletin aradığı, önem verdiği bir meslekti. O mesleğin mensupları hiçbir zaman, ‘Nalbantsın dediler, kızı vermediler’ şarkısı söylemedi.
Xxxx
Nalbantla ilgili deyimler ve ata sözleri de Türk irfanı içinde olduğu kadar diğer atla yakın temaslı milletlerde de vardır.
Acemi nalbant, gâvur eşeğinde öğrenir.
Ağan aygır belli, doğuran kısrak belli.
Alçak eşek binmeye kolay gelir.
Alçak ahırdan saman yemiyor.
Aptal ata binince bey oldum sanır.
Bu sözlerin daha yüzlerce benzeri var. Nalbant denildi mi ana nesne attır. At ise Türk için vaz geçilmez üç şeyden biridir. At-avrat-pusat meşhur tekerlemedir. Nazım Hikmet’in at mısralarından bir bölüm:
ah ne yazık!
ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat