CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

MİSAFİR…

Ey  yaranı safa ,  malumudur ki, raviye  göre  bir  arazi meselesinden , Habil kardeşi  Kabil’i  öldürünce  vücudunu saklamak diledi. 

Baktı ,  arazi göz alabildiğine dümdüz, sahrada her hangi bir mahlukat görünmez idi.

O vakte kadar adam adamı öldürmemiş, vücudunun  mahrem mahalleri  hariç kimse kimseden bir şey saklamamış idi. 

Sahrada bir taşın ucuna oturdu. Başını ellerinin arasına alıp bir müddet  tefekküre daldı.   

Bir müddet sonra  “ gak!” deyu bir sada  işitti. Baktı, gördü kim , karganın biri  toprağı eşeler... Karga, ölü bir kargayı  çukura  saklayup  üzerini toprak ile örttü.

Habil  de  toprağı kazarak kardeşinin vücudunu toprakta saklamak istedi.

Bu sırada  oradan geçen bir tilki, Habil’e; Mızrağı çuvala sığdıramazsın. Cinayeti ömrü billah saklayamazsın, deyüp kaçtı.   

Kıssa  ravilere göre  muhtelif olsa da  ilk cinayet böyle işlenmiş idi.

 Doğrusunu ise Allah bilir.

***

Bundan sonraki cinayetler de heman  heman aynı sebeplerle, mülkiyet ve iktidar hırsıyla, taktik, kimyasal ve konvansiyonel silahlarla , perakende veyahut  toptan işlenüp tarihe yazıldı.

Tarih boyunca  adam adamı nasıl öldürdüğü hususuna gelince,  bunların   ceza hukukunda yeri vardır.  Kitabı açup mütalaa etmek iktiza eder.

İlk zamanlarda adam adamla   merdo mert  ceng  etti.  Medeniyet geliştikçe  adam adama  arkadan saldırıp öldürdü. Bu sebeple cengaverler   hep arkasını kollar oldu. Zira   medeniyet geliştikçe katil ,  maktulün  arkasından usulca yaklaşıp  ya sırtına hançer üşürmek, veyahut  boynunu sıkarak  boğmak usulden oldu. 

Gene maktulü, yemeğine zehir katarak öldürme,  denize itme , canavarca hisle ve tasarlayarak boğma gibi hususlar,  ceza kanunlarında ağırlatıcı sebepler  babını meşgul eder.

Kur’an-ı  Azimüşşan ‘da gene yazılıdır ki,” Kim bir insanı nahak yere öldürürse bütün  insanları öldürmüş gibidir.”

***

İkibinonsekiz yılının  ekim ayının ikinci günü…

Temsilde hata olmaz...

S.Arabistan Krallığının  Maslak  kal’asının önündeki binek taşının kenarında oturan  bir hanım kişi  başını iki eli arasına alup “ İlahi, Sana sığındım. Halim  Sana malumdur. Hubbu-Cemal’imi görememekteyim. Neden  gelmedi?” deyu endişe ederek tefekküre  dalmış idi.

Cemal, kal’a kapısından içeri girerken, telefonunu kendisine teslim etmiş,” Eğer bir saate kadar gelemez isem  arkadaşlarıma haber eyle,” demiş  idi.  Telefona bakınca ,Cemal’in saatiyle senkronize olan telefonun  ekranında  Cemal’in   nabız atışının durmuş olduğunu gördü. Tekrar  saate baktı .Üç  saat olmuş idi. Mahzun olup ağladı ahu zar eyledi.  Kalkup Cemal’in dost ve ahbabına telefon ile  haber verdi.

Arkadaşları,  ahbapları  haber üzerine derhal  kılıç kuşanup  “  ver elini  Maslak!”  deyu  atlarını suvar  eylediler.  Kale kapısına  vardılar.  Kapı kapalı idi.  Vehhabi  kal’ası  komutanına “  gelsün!”  deyu  haber saldılar.  Görüşmek üzere er  dilediler.

Er  yerine   kal’a komutanı burçların üzerinden  bir görünüp bir kaybolarak ,kapı önünde  duran   Cemal’ın dost ve ahbaplarına “ Burada  Cemal  memal yok. Çıktı.  Haydi evinize gidin.” deyü  seslenip rezidansına  gitti…

Ey Yaran-ı Safa,  de  gel de sinirlenme !  Adam bir evrak için içeri giriyor. Girdiği Amerika’dan gelen bir  fotoğrafla  tespit ve tescil ediliyor. İki üç saat geçiyor; konsolos  “ Cemal burada yok,çıktı !” diyor.

 Be  adam, çık kapıya   Başkan Erdoğan’ın  da  dediği gibi  “ Müddei  iddiasını ispat ile mükelleftir. Çıktı diyerek  kurtulamazsın . Çıktıysa  çıktığını ispat et! “   

 Cemal , saatler  günler geçmiş,  ortada yok.  Girdiğini görenler çok, çıktığını görenler yok!  Güvenlik kameraları bozukmuş!  Gel de inan !..

Sayın Başkan Erdoğan diplomatik efendiliği, nezaketi , 1963 tarihli Viyana Antlaşması hükümlerini  hatırlatarak ilk uyarısında bulundu. Dedi ki ; “İspat edin!”

Bu lahzada haklı olarak  Türk ve dünya efkarı umumiyesi , bu “kayboluşun” neden başka bir yerde değil de İstanbul’da vuku bulmuş olduğunu sormakta.     

Hedef , “Dünya beşten büyüktür!” diyerek  Türkiye’yi   Ortadoğu’da ve dünyada  ezilen halklar nezdinde  yıldızını parlatan Erdoğan  mıdır ? ABD ve İsrail destekli  Suudi , aklınca Türkiye’nin itibarını düşürmek için boyundan büyük işlere mi  kalkıştı ?

Dünya alem bilir; hangi milletten, dinden, ırktan olursa olsun ,Türkiye’ye gelen  kişi “ misafir”dir.  Türkler de misafirperverdirler. Yedirirler içirirler. Canları pahasına misafirlerini korurlar.

Gazeteci  Cemal Kaşıkçı  da  bir misafirimiz idi. Bir insan idi.  Misafirimiz  küçük  Suud’un  kapısından içeri  adımını  attı, bir bacağı dışarıda , gövdesi ve bir bacağı içeride kaldı. Günler geçti , Cemal’in bir bacağı halen  dışarıdadır.  Soruyoruz; misafirimizin  diğer tarafı nerededir ?  Misafirimize ne yaptınız?

 Günler geçti  Suud ‘dan halen cevap yoktur !

Konsolosluk kapısında mahzun ve endişeli bekleyen hanımefendi, mahzun olmayınız.  Cemal bizim de misafirimizdi. Bir  cinayete kurban gittiyse  katil veya katiller mutlaka  cezalandırılacaktır.

Hukuk gereğini yapacaktır !

 

 

 

 

<