MİSAFİR…
Ey yaranı safa , malumudur ki, raviye göre bir arazi meselesinden , Habil kardeşi Kabil’i öldürünce vücudunu saklamak diledi.
Baktı , arazi göz alabildiğine dümdüz, sahrada her hangi bir mahlukat görünmez idi.
O vakte kadar adam adamı öldürmemiş, vücudunun mahrem mahalleri hariç kimse kimseden bir şey saklamamış idi.
Sahrada bir taşın ucuna oturdu. Başını ellerinin arasına alıp bir müddet tefekküre daldı.
Bir müddet sonra “ gak!” deyu bir sada işitti. Baktı, gördü kim , karganın biri toprağı eşeler... Karga, ölü bir kargayı çukura saklayup üzerini toprak ile örttü.
Habil de toprağı kazarak kardeşinin vücudunu toprakta saklamak istedi.
Bu sırada oradan geçen bir tilki, Habil’e; Mızrağı çuvala sığdıramazsın. Cinayeti ömrü billah saklayamazsın, deyüp kaçtı.
Kıssa ravilere göre muhtelif olsa da ilk cinayet böyle işlenmiş idi.
Doğrusunu ise Allah bilir.
***
Bundan sonraki cinayetler de heman heman aynı sebeplerle, mülkiyet ve iktidar hırsıyla, taktik, kimyasal ve konvansiyonel silahlarla , perakende veyahut toptan işlenüp tarihe yazıldı.
Tarih boyunca adam adamı nasıl öldürdüğü hususuna gelince, bunların ceza hukukunda yeri vardır. Kitabı açup mütalaa etmek iktiza eder.
İlk zamanlarda adam adamla merdo mert ceng etti. Medeniyet geliştikçe adam adama arkadan saldırıp öldürdü. Bu sebeple cengaverler hep arkasını kollar oldu. Zira medeniyet geliştikçe katil , maktulün arkasından usulca yaklaşıp ya sırtına hançer üşürmek, veyahut boynunu sıkarak boğmak usulden oldu.
Gene maktulü, yemeğine zehir katarak öldürme, denize itme , canavarca hisle ve tasarlayarak boğma gibi hususlar, ceza kanunlarında ağırlatıcı sebepler babını meşgul eder.
Kur’an-ı Azimüşşan ‘da gene yazılıdır ki,” Kim bir insanı nahak yere öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.”
***
İkibinonsekiz yılının ekim ayının ikinci günü…
Temsilde hata olmaz...
S.Arabistan Krallığının Maslak kal’asının önündeki binek taşının kenarında oturan bir hanım kişi başını iki eli arasına alup “ İlahi, Sana sığındım. Halim Sana malumdur. Hubbu-Cemal’imi görememekteyim. Neden gelmedi?” deyu endişe ederek tefekküre dalmış idi.
Cemal, kal’a kapısından içeri girerken, telefonunu kendisine teslim etmiş,” Eğer bir saate kadar gelemez isem arkadaşlarıma haber eyle,” demiş idi. Telefona bakınca ,Cemal’in saatiyle senkronize olan telefonun ekranında Cemal’in nabız atışının durmuş olduğunu gördü. Tekrar saate baktı .Üç saat olmuş idi. Mahzun olup ağladı ahu zar eyledi. Kalkup Cemal’in dost ve ahbabına telefon ile haber verdi.
Arkadaşları, ahbapları haber üzerine derhal kılıç kuşanup “ ver elini Maslak!” deyu atlarını suvar eylediler. Kale kapısına vardılar. Kapı kapalı idi. Vehhabi kal’ası komutanına “ gelsün!” deyu haber saldılar. Görüşmek üzere er dilediler.
Er yerine kal’a komutanı burçların üzerinden bir görünüp bir kaybolarak ,kapı önünde duran Cemal’ın dost ve ahbaplarına “ Burada Cemal memal yok. Çıktı. Haydi evinize gidin.” deyü seslenip rezidansına gitti…
Ey Yaran-ı Safa, de gel de sinirlenme ! Adam bir evrak için içeri giriyor. Girdiği Amerika’dan gelen bir fotoğrafla tespit ve tescil ediliyor. İki üç saat geçiyor; konsolos “ Cemal burada yok,çıktı !” diyor.
Be adam, çık kapıya Başkan Erdoğan’ın da dediği gibi “ Müddei iddiasını ispat ile mükelleftir. Çıktı diyerek kurtulamazsın . Çıktıysa çıktığını ispat et! “
Cemal , saatler günler geçmiş, ortada yok. Girdiğini görenler çok, çıktığını görenler yok! Güvenlik kameraları bozukmuş! Gel de inan !..
Sayın Başkan Erdoğan diplomatik efendiliği, nezaketi , 1963 tarihli Viyana Antlaşması hükümlerini hatırlatarak ilk uyarısında bulundu. Dedi ki ; “İspat edin!”
Bu lahzada haklı olarak Türk ve dünya efkarı umumiyesi , bu “kayboluşun” neden başka bir yerde değil de İstanbul’da vuku bulmuş olduğunu sormakta.
Hedef , “Dünya beşten büyüktür!” diyerek Türkiye’yi Ortadoğu’da ve dünyada ezilen halklar nezdinde yıldızını parlatan Erdoğan mıdır ? ABD ve İsrail destekli Suudi , aklınca Türkiye’nin itibarını düşürmek için boyundan büyük işlere mi kalkıştı ?
Dünya alem bilir; hangi milletten, dinden, ırktan olursa olsun ,Türkiye’ye gelen kişi “ misafir”dir. Türkler de misafirperverdirler. Yedirirler içirirler. Canları pahasına misafirlerini korurlar.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı da bir misafirimiz idi. Bir insan idi. Misafirimiz küçük Suud’un kapısından içeri adımını attı, bir bacağı dışarıda , gövdesi ve bir bacağı içeride kaldı. Günler geçti , Cemal’in bir bacağı halen dışarıdadır. Soruyoruz; misafirimizin diğer tarafı nerededir ? Misafirimize ne yaptınız?
Günler geçti Suud ‘dan halen cevap yoktur !
Konsolosluk kapısında mahzun ve endişeli bekleyen hanımefendi, mahzun olmayınız. Cemal bizim de misafirimizdi. Bir cinayete kurban gittiyse katil veya katiller mutlaka cezalandırılacaktır.
Hukuk gereğini yapacaktır !