SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

KUYRUKLU YILDIZIN DÜMEN İZLERİ

Korona virüs, dünyayı sararken ülkemize biraz çekinerek girdi. Bu bakımdan Türkiye, erken tedavi şansına sahip oldu. Başından itibaren de krizi iyi yönetti. Ancak, acımasız virüsün öldürücü etkisi nedeniyle önlemler artırılınca, evlerde gönüllü karantinalar kurulması sonucu ruhsal dalgalanmalar görüldü. Stresin her türlüsü insanlarımıza yerleşti. Genel bir korku ortamı yaygınlaştı. Korku, yaşayan her canlının reflekslerine bir biçimde yerleşti. Beyindeki her aktivite, korkunun seviyesine göre bir değişime neden olur. Kaygı, telaş, endişe, korkuya körükleyince, bellek imajlarında büyük ölçüde mesnetsiz saplantılar oluşturur.

İşte, şimdi onlardan birini bu yazımızda anlatacağız. Usta romancı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, 1910’lu yılların başında yazdığı “KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ” romanını okuyanlar hatırlayacaktır. Romanda anlatıldığı gibi İstanbul’un eski mahallelerinden, semtlerinden bir yaşam kesiti sunulmaktadır.

İstanbul’un üzerinden geçeceği haber verilen Halley Kuyruklu Yıldızının dünyayı ve insanları mahvedeceği haber verilmektedir. Halk bu korku içinde paniğe kapılır. Geleceğe bağlı umutları olan İstanbul halkının endişeleri mizahı bir dille anlatılmaktadır.

Bugüne bakıldığında aynı endişeler, korkular ve paniklemeler, benzer bir yaşam tablosunu, mantık kuralları dışında hatırlatarak normal duyguları unutturmaktadır. Her şaşırtıcı olayın bilim karşısında, “Nedeni belli” dayanakları vardır. Şöyle ki;

İnsanlar, yaşam enerjilerinin büyük bir kısmını, kafasında beslediği boş hayalleri uğruna tüketir. İnsanın, yaşamın akışına uymaktan başka bir alternatifi yoktur. Herkes, yaşamın görülen yüzüyle ömrünü sürdürür. Her şeyi mevcut durumundan daha iyi hale getirmek amacı, kişiye göre bir yaşam biçimidir.

Bilinmelidir ki, her strateji, masum isteklerden doğar, gelişir.

Dünyanın olası kahredici sonuçlarına karşı direnerek, yarınlara sorunsuz girileceğini ummak hatalı olur. Korktuğumuz şeylere odaklanırsak, yaşamla barış içinde olamayız. Yaşamın gerçekleri iyi okunmalıdır.

İnsanlığın bugün, yaşadığı acılar ve dramlar karşısında, ayırımcı fikirler taşıdığı bir ortamın sancılarını yaşıyoruz.

Yaşamları üzerinde olasılık taramaları yapanlar, sürekli taraflarının içine bir şeyler sokmaya çalışıyorlar:

“Neden ben.. Neden sen?..”

Yaşamın adaletsizliğini öne sürüp, size ters gelen şeyler hakkında, kötümser duygulara kapılabilirsiniz.

Akla hayale gelmeyen olumsuzluklarla herkes karşılaşabilir. Kendinize işkence yapan, farklı düşünceler içine düşmeyiniz. Hayatın adil olmadığı yargısına kapılıp kalırsanız, kendinizi can sıkıntısından kurtaramazsınız.

Hayatınızın anlamını tartışacak duruma düşmüşseniz, şu gerçeği aklınızdan çıkarmayınız:

“Toprak her canlıyı eşitler.”

Toprağın altı, üstünden daha zengindir.

Herkes yaşamının görülen yüzüyle ömrünü sürdürmektedir. Fakirlikle zenginlik bu dünyaya mahsus şeylerdir.

Güzellik, çirkinlik, fakirlik, zenginlik gibi farklılıklar, yaşamın kendi içindeki kusurlarını örtbas etmez.

Dünya kurulduğundan beri nice zenginler, ünlüler, hükümdarlar, devlet adamları; toprağın üstünde kalanları, altına götürememişlerdir.

Yaşayanlar, yada ölmüş olanları karşılaştırınız. Öfkenizin kabardığı anlarda kâinata suç yüklemek, kendimizi aciz hissetmeye yol açmaz mı?

Doğanın sunduğu yaşam tablonun ötesine geçemeyiz.

Hepimiz piyasalarda, tedavüle sürülen parasal değerler gibiyiz. Ekonomik değerlerle yüklendikçe başka para birimleriyle yarışır dururuz.

Ekonomileri büyüten ve küçülten ortak özellikler budur.

Kazanılmış en büyük hazineler, kasalardaki paralar, insanlığın gelişmesine sürüldükçe, toprağın üstündeki sınıf farklılıkları ortadan kalkmış olur. 

İnsan bedeni, enerjisinden sıyrılıp maddeye dönüştüğünde, toprağın altındaki tanımı yaşamın “ölümlü” yüzüdür.

Toprağın altı zengini de, fakiri de eşitler.

Toprağın üstünde, öfkeli düşünceler taşıyan her insana, birbirlerine kızmayı alışkanlık haline getirdikçe, kimse toprağın altındaki gerçeği göremeyecektir.

Türkiye’de “yastık altı” zenginliklerine sahip hep insanın toplumsal krizlerde toprağın üstündeki yükümlülükleri hiç hanesine takılıp kalmamalıdır.

Araplara dair söylenmiş bir sözdür:

“En güzel savaş, insanın kendi nefis ve ihtiraslarına karşı giriştiği mücadeledir.”

<