İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

KOMŞU KÜLÜ

KOMŞU KÜLÜ

     Anadolu’da “komşu komşunun külüne muhtaçtır” denir. Bu ata sözü; kadim dönemlerden beri komşuluğun değerini vurgulayan bir kutsamadır.

    Türkiye’nin komşuları sırasıyla Rusya, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan ve Bulgaristan’dır. Köyde, kentte olduğu gibi, dünyada da komşuluk ilişkileri; yardımseverlik ve barışçıl durumu gösteren en gerçekçi parametredir.

    Bu gerçeklikle Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerine bakarak komşuluk anlayışını anlamak; dış politikasına bakmayı gerektirir. Üstelik altı yüzyıllık bir imparatorluğun bıraktığı günah ve sevapları da hesaba katmak zorunluğu vardır.

     Rusya dışındaki bütün komşular; Osmanlı İmparatorluğu bağımlılığından kurtulan devletlerdir. Bu yüzden yakın geçmişi unut değillerdir. Kaldı ki Türkiye’de Osmanlıcılık ile övünüldüğüne göre; komşuların da Osmanlı’yı anımsayarak Türkiye’ye bakmaları olağandır. O anımsama nedeniyle  “külüne muhtaç” komşu gözüyle bakmadıkları gerçeği ortaya çıkmış oluyor. Nitekim bu geçmiş nedeniyle en kinli komşu; Yunanistan görülüyor. İngiltere ile Fransa’nın mandasıyla Osmanlı Devleti’nden ayrılan Suriye ile Irak ise; daha Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı ordularını arkadan vuran bir pozisyon almıştı. Bizans’tan yaka silkerek Selçuklulara koşan Anadolu halkı gibi, bugünkü komşularımız da Osmanlı’dan yaka silkerek “düveli muazzama” ile iş birliği yapmaya koşmuştu!

      Geçmiş; Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini başından beri sorunlu hale getirmiştir. Bunun bilincinde olan Atatürk’ün neden CENTO’yu kurduğunun önemini kavramak gerekir. Büyük bir öngörüyle; “yurtta barış, dünyada barış” diyerek; hem komşunun komşu külüne muhtaç olduğunu anlatmış. Hem de sömürgen ihtiraslarla dünya barışının bozulmasını engellemeye çalışmıştır.

                             *****

     Atatürk’ün Türkiye’si; bugün itibarıyla bütün komşularla sorunlar yaşıyor. Bunun akla getirdiği soru şudur: “Kırk kişi mi geçimsizdir, bir kişi mi?”

     Boşuna “adın çıkacağına canın çıksın” denmemiştir. Osmanlı’nın devamını hatırlatarak övünmek; komşuların da sürekli geçmişi hatırlamalarına yol açıyor. Bunların başında; kompleks içindeki bir komşunun bitmez tükenmez “megalo idea”sı gelir. O nedenle ne Ege’de, ne Akdeniz’de Türkiye’nin rahatı olmadı ve olmuyor. İsevi Avrupa’nın da sürdürdüğü Musevi teolojisi kaynaklı dayanışmanın verdiği şımarıklık; “megalo idea” sahibi Yunanistan’ı azdırıyor. Buna karşın Türkiye, karşıt teolojinin temsilciliğine soyunuyor!

      Türkiye’yi yönetenler; “ümmet” amacına varabilme kiniyle laik Cumhuriyet’e karşı politika üretiyor. Atatürk’e duyduğu tepkiyle Türk dış politikası; dost yerine düşman kazandırır hale getirildi. Devrin “uluslaşma” devri olduğunu göz ardı edilerek; teokratik imparatorluk peşine düşmüş oluyor. Bu çarpık amaç (megalo idea); terör unsurlarıyla bile işbirliğini mübah görüyor! 

     Nitekim Irak’tan sonra Suriye’de açığa çıkan şekliyle; Türkiye ne İsa’ya ne Musa’ya yarandı. Kendi ayrılıkçı terör örgütü ile uğraşmakla yetinme yerine; BOP gereği Suriye’ye sataşan terör örgütlerini kolladı. Mezhep şovenizmiyle, “toprak bütünlüğüne saygılıyız” diye diye; Suriye’nin üçe bölünmesi değirmenine su taşıdı. İslam Peygamberi torunu Hüseyin’in kesik başının sergilendiği “Emevi Camisinde Cuma namazı kılmak” için Türk Silahlı Kuvvetleri bile BOP’u gerçekleştirenler arasına kattı! Zaten T.C. Başbakanı; BOP eş-bakanı olmakla övünür olmuştu.

                           *****

     Aslında her şey; “sorunsuz komşu var etmek” için Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirme stratejisi ile başladı. “Arap Baharı ile demokrasi getirmek” aldatıcı söylemle Libya’dan Irak’a kadar olan İslam topraklarına ölüm ve göz yaşı getirildi. Yeni güdümlü devletçikler var etmek; BOP’un temel amacıydı. Bunun en kolay şekilde gerçekleştirilmesi ise; o topraklardaki aynı dine mensup bir devletin işin içine katmakla olacaktı. Çünkü diken, birinin eliyle çıkarılmalıydı. O biri; komşularıyla barış içinde yaşamayı gerçekleştiren ve Osmanlı Devleti’ne karşı mücadelesi vererek bağımsızlaşan devletlere düşmanlık duygularını unutturan Atatürkçü politikalardan vaz geçiren olmalıydı. En yakışanı; İhvan-ı Müslüm ve Selefi İslam özlemcisi olan kimseydi. Megalo politika sahibi evrensel emperyalistler; bu kimseyi bulmakta güçlük çekmedi. Zaten Birinci Dünya Savaşı sürecindeki pratik; kendileri için yeterliydi. Yurttaş ne kadar kul; ulus ne kadar ümmet olursa; güdülemek o kadar kolay olacaktı. Tarikat ve mezhep farkıyla toplumu birbirine düşürerek planlanan sonuç elde edildi.

     Suriye’de olanlar da budur.

     Bunu planlayıp gerçekleştirenler; herhalde Filistin’e dost İsrail’e düşman değillerdi!

                                       *****

    Karanlıkta ıslık çalan gibi; Türkiye de dış politikada aynı şekilde ıslık çalıyor. Dini argümanlarla din devletinden kopmuş devletlerin; Osmanlıyı kutsayanlara inanmaları olanaksızdır. Çünkü Peygamberi yerinden yurdundan süren “müşrik” nasıl unutulmuyorsa; “Ensar” ve “Muhacir” söylemiyle de takıye gizlmi unutulmuyor.

     Geçmiş dönemde Suriye; Türkiye’nin ayrılıkçı terör liderini, daha çok kendi bütünlüğü amacıyla, açık hava hapishanesinde tutarken, suçlanıyordu. Ama o terör liderinin Şam’dan çıkarılmasından sonra işin nereye evrileceğini görmek istemedik. Irak’ta yapılandan ibret almak yerine “bir katıp üç almak” ihtirasına kapıldık. Suriye sorunu aşamasında bu tecrübeyi hatırlamadık;  BOP Eş-Başkanı olduk; övündük.

       20 Ekim 1998 tarihinde Türkiye ile Suriye arasına imzalanan “Adana Mutabakatı” anlaşmayı çiğnemekte tereddüt etmedik.

       Suriye’yi Iraklaştırmak isteyen ve “Arap Baharı” rüzgarı estirenin amacı doğrultusunda; komşuya terör götüren politikaları ve yapıyı destekledik. Sonra da “sıcak denizlere inme” özlemi içindeki Rusya’nın hayrına sığındık. Ve maalesef; Bir terörist grubun Şam’da tahta oturmasında pay sahibi olmakla övünmeye başladık

      Hani “ağlayacağımıza gülüyoruz” denir ya…

                                                   *****

      ABD 6 Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmişti. İngiltere ve Fransa 7 Kasım 1918’de; “… uzun zamandan beri Türklerin zulmü altına yaşayan Ortadoğu halkların kurtuluşu için savaşırız” demişti.

     Daha 1920 yılında 90 bin askerle Orta Doğu’ya yerleşen Fransa; Filistin, Lübnan ve Suriye’ye yerleşmişti. Zamanımızın PKK’sı olan Hoybun’u kurmuştu. Şerif Hüseyin müttefiği İngiltere de Irak, Filistin ve Ürdün’ü himayesine almış. 1947’de Yahudilere yol vermek amacıyla Filistin sorununu Birleşmiş Milletlere taşımış. İsrail’in kurulmasına yol açacak şekilde 14 Mayıs 1948 tarihinde de Filistin’den çekilmişti.

      ABD ise İsrail’i, kurulduğu gün tanıdı. Rusya; iki gün sonra tanıdı. Çünkü 1948 yılında 75 bin kişilik Yahudi güçleri, Arapları yenmiş, Tel-Aviv başkent ilan edilmişti.

     İngiltere; emperyal politika alanındaki yerini bıraktığı ABD ile Fransa birlikteliğine devam etti. İsrail’in 5 Haziran 1967 tarihinde Suriye, Ürdün ve Mısır’ı diskalifiye ederek Suriye ve Filistin aleyhine topraklarını genişletmesini alkışladı.

     Bütün bunlara rağmen Türkiye’yi yönetenler; Suriye’nin El-Kaide’si olan HTŞ (Hey’et Tahrir el Şam) adlı teröristleri ile ÖSO’yu kolladı. “Kardeş” dediği “düşman Esed”i devirmeye soyundu. “Çünkü ABD, bunu istiyordu. İngiltere ve Fransa ile birlikte İsrail için hayırlı olduğunu söylüyordu.

     Şimdi Türkiye: BOP eş-başkanlığı ile övündüğü gibi, 13 yıllık savaştan sonra daha çok yıkımı önlemek için Esat’ın, yurdunu bırakıp gitmesi ve Suriye’nin 3-4 parçaya fiilen bölünmesi nedeniyle övünüyor!

    Allah Türkiye’yi benzer komşu hayrından korusun… 

                                   *****

    Şam Emevi camiinde namaz kılma ve Hamas türevi HŞT’yi iktidarda görme muradına eren Türkiye Hükümeti; bu sonucu gerçekleştirmekle de övünüyor.

     Sanki 5 temmuz 2024’te; “Esat’ı davet edebiliriz” ve 25 Kasım 2024’te “sayın Putin’e Esat’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu” açıklamasında bulunan  değildi.

      Keza HTŞ^nin Hama’ya girdiği 5 Aralık 2024günü MGK “Suriye hükümetini meşru muhalefetle uzlaşmaya çağırıyoruz” açıklaması yapmamıştı.

     Kısaca; Türkiye’nin Esat’ın sürpriz şekilde parçalanmış Suriye’yi bırakıp gittiğinden bile haberi olmamıştır. Ama Türkiye Hükümeti, komşunun yaşadığı dramı kendi başarısı olarak gösteriyor.

     Nasıl bir başarıysa…

<