KKTC'de TEKKE BAHÇESİ VE KEMİKLER
“Tekke Bahçesi” dediğimiz zaman, Girne Kapısı civarındaki kubbeli ve içerisinde
yatarlar bulunan o antik bina gelir akla. Tabii ki bir de zaman zaman Tekke Bahçesi’nde
dönen semazenler ve kudümün uhrevi ortamda tınlayan hüzünlü melodisi...
Benim ve kardeşlerimin çocukluklarımızın geçtiği sokak, Mevlevi Tekke Sokağı’dır. Biraz
ötemizde de Tekke Bahçesi vardı.
O günler güzel miydi?
Bana sorarsanız, ben size, “O günler daha anlamlı ve daha bir güzeldi” yanıtını veririm
savaşsız günlerimizde.
Gerçekten anılarımızın yaşandığı bir sokak ve o semazenlerin döndüğü o kubbeli bina
ile olan günlerimiz daha bir anlamlıydı. İnsanların birbirine olan saygısı daha da büyüktü.
21 Aralık 1963 olayları başladığında Rumlar bütün yolları kesmişler ve bizi tam on bir
yıl getto hayatına mahkûm etmişlerdi. Çarpışmaların başlaması ile hepimiz cepheye
koşmuş, düşmana kurşun sıkmış ve şehitlerimizi o Tekke Bahçesi’ne gömmüştük.
Mevlevi Tekkesi’nin çok büyük bir bahçesi vardı. Anımsadığım kadarı ile içerisinde
portakal, turunç ve mandarin ağaçları ile erik ağaçları vardı. Etrafı kerpiçten bir duvarla
çevrelenmişti.
İşte o çarpışmalarda bize de görev düşmüştü cepheden gelen şehitlerimizi gömmek.
O zor günlerde ne hastanemiz ne de ilacımız vardı. O düşman bizi resmen ölüme ve
yok oluşa mahkum etmişti.
Cepheden gelen şehitlerimizi ve hadise kurbanı kardeşlerimizi gömecek
Küçükkaymaklı’daki mezarlığımız Rumların kontrolundaki bölgede kalınca, haliyle en
uygun ve en emin yer olarak Tekke bahçesi’ne gömmek zorunda kalmıştık.
Morg yerine, eski Bozkurt gazetesi karşısında köhne bir evi morg yerine kullanıyorduk.
Morg dediğimiz ölülerin buz dolabında saklandığı bir mekandır. Ama bizde o mekan yoktu.
Çünkü Rum tarafında kalan bütün Kıbrıslıların Genel Hastanesi’nden yararlanmak da bize
nasip olmadı.
O bağlamda o zor günlerde cepheden gelen şehitleri o “şehitler bahçesine” gömmek
zorunda kalmıştık.
Hatırlıyorum o köhne evin içini... Oraya girip defnedilecek şahitleri almaya gittiğimizde,
içeride ağır bir koku olduğunu anlamıştık. İçerideki şehitleri kontrol ederken, aniden bir
landrover gelip zınk diye durmuştu caddenin ortasında. O landroverde, tamı tamına dört
tane şehit vardı ve o dört şehit üst üste o araca konmuştu.
Onları battaniyelere sarıp araca koymuşlardı. Hemen sokaktan geçenler ve orada
bulunan mücahitler araca koşmuş ve battaniyelere sarılı yeni şehitleri içerideki odanın
zeminine koymuşlardı. O şehitleri taşıyanlardan ve sonra da Tekke Bahçesine gömenlerden
birisi de bendim, naçizane bir ifade ile. Taşıdığımız şehitlerin bedenlerinde sanki de kırmızı
güller açmıştı. Yüzleri ve bütün bedenleri kan kandı. Hatta birisini, taksici bir Arap’a
benzetmiştim. Bilemiyorum... Bana öyle bir görüntü vermişti o şehitin naaşı.
Biraz sonra bir talimat gelmişti Bayraktarlık’tan.
“Şehitler Tekke Bahçesi’ne gömülecek” denmişti.
Orada yatan ve kokmaya başlayan şehitlere öncelik verilmişti gömmek için. Onları
gömmek için araçlarla Tekke Bahçesi’ne götürdüğümüzde, anımsıyorum sanki yüreğimi bir
yumruk sıkıyordu ve gözlerimden yağmur gibi yaşlar akıyordu. Ne acı görüntüydü ya rabbim.
2
O defin için o “şehitler bahçesi”ne gittiğimde bir sürü kazılmış mezar olduğunu
görmüştüm.
“Herhalde bu kadar mezar kazıldığına göre, mevcut şehitler gömülecek, açık kalan
mezarlar için de gelebilecek başka şehitin defini için o mezarlar bir süre açık bekletilecek”
diye düşünmüştüm.
Defin anında şiddetli bir yağmur başlamıştı ve bütün mezarlarla o bahçe balçık balçık
olmuştu. O cesetleri o balçık içinde bir mezara gömmek ne kadar zor ve acı vericiydi
anlatamam.
Tamı tamına 54 yıl “kayıp” diye addedilen üç kardeşimizin mezarları, ailelerinin
yıllarca süren ısrarları sonunda açılmış, herhalde DNA testleri yapılmış ve aradıkları
kayıpları o behçedeki çukurda bulunmuş.
Bu durum da bir dramatik durumdur esasında. 54 yıl sonra Tekke Bahçesi’nde olduğu
belirlenen bu kardeşlerimiz için bir tören düzenlenmiş ve adam gibi ebedi istirahatgahlarına
tevdi edilmişlerdir.
Bir de şu soru geliyor aklıma.
“Devlet neden yıllarca bu şehitlerin ailelerinin sesine kulak vermedi?”
Şayet ilk günlerde bu şehitler tespit edilip ailelerine teslim edilseydi, bu kadar bir umut
ve bu kadar acı günlerle yaşamayacaklardı.
Bu insanlar sevinsinler mi, yoksa üzülsünler mi?
Gerçekten bir dramatik bir durumdur bu. Bir yerde gidişle dönüşün gerçekleşmesi gibi.
O insanlar cepheye koşmuşlar ve o karmaşa içinde ailelerinin de haberi olmadan Tekke
bahçesine gömülmüşlerdir.
Mesela hala daha pek çok kayıbımız vardır. Rumlar tarafından alınıp götürülen ve
meçhul bir yerde kurşunlanıp yine meçhul bir yere gömülen insanlarımız... Onların
kemikleri de bize sadece bir madde olarak dönüyor.
Velhasıl ne söylesek boş... 54 yıl sonra kemikleri bulunan ve ailelerinin nezaretinde
yine aynı yere gömülen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaslı ve acıları tazelenen ailelerine
baş sağlığı dilerim.
Yani Tekke Bahçesi.... Bir diğer deyişle, “Şehitler Bahçesi” sevgili okurlarım...