Kırk Ambar BUNLAR İSTANBULLU İSE, BENİ İSTANBUL NÜFUSUNDAN SİLİN...
İstanbullu olmak öyle kolay değil. Para sahibi oldun mu, hemen İstanbullu olamazsın. Üç türkü,
 iki film çevirmek, seviyesiz tv programlarında yer almak, gece kulüplerinde hava atmak, siyah jeeplere
 binmek, en son model cep telefonları kullanmakla ve lüks otellere, lokantalara gitmekle İstanbullu
 olunmaz.
 “Hanfendi, beyfendi” dediğinde “Hanımefendi, Beyefendi” dediğini sananlarla hiç olunmaz.
 İstanbullu olmak için önce yıkanacaksın, tıraş olacaksın, yüzüne nur gelecek. Sonra şiveni
 değiştirecek, terbiye dersi alacak ve dilinden “efendim” sözü eksik olmayacak.
 İskender Özsoy’un eşi Meral (Kamuran) “Yelpaze” başlığı ile Yenigün’e yazdığı bir makalede:
 “İstanbul demek birbiriyle ‘efendim’ siz konuşmayan insanların kenti demekti” diyor.
 Ya şimdi.
 Bunlar “ulan”, “gurban olam”, “bacı, gardaş”, “aboo”, “cigerim” gibi sözcükleri İstanbul
 kültürüne soktular. Tıpkı lahmacun, çiğ köfte, künefe gibi.
 “Efendim”in yerini, “ulan” aldı.
 Onlar İstanbul’a uyum sağlamak için çaba göstermiyorlar, aksine İstanbul’u yozlaştırmak ve
 kendi seviyelerine indirmek için ellerinden ne geliyorsa, ardlarına koymadan yapıyorlar.
 İstanbul’u rezil etmek için çabalayan yalnız bunlar değil. Rüşvetin yönlendirdiği yanlış
 yapılanma, kenti perişan etti. Hele İnönü Stadyumu’nun arkasındaki o rezalet bina yüz karası.
 Getirmişler, İstanbul’un kalbine bıçak saplamışlar. Kimler buna izin verdiyse, yazıklar olsun, yuh olsun!
 Yalnız askeri ve ekonomik sırları düşmana satan insan vatan haini olmaz. Bunun en büyük
 sorumlusu kimse, kim bu otelin oraya dikilmesine imza atmışsa, hemen vatan haini ilan edip, o otelin
 en üst katından, törenle onu aşağıya atmalı...
 “Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” diyenlere, “İstanbul’a dönüşü”, “Haftabaşları Ankara’ya
 giderken, trene yalnız şapkam, yalnız elbiselerim, yalnız pabuçlarım biniyordu. Kafam ve gönlüm
 yalnız İstanbul’da kalıyordu” diyen İstanbul aşıkları Yahya Kemal ve Yusuf Ziya, şimdi mezarlarından
 kalkmalı ve şu İstanbul’un rezaletini görmeli. Tabii “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar” diyen
 Behçet Kemal Çağlar da. “Bir sengine, yekpare acem mülkü fedadır” diyen büyük Nedim de...
 İstanbul sevdasını, İstanbul aşkını ölesiye yaşayan Bedri Rahmi Eyüboğlu’dan bir şiir okuyalım
 da teselli bulalım.
 İSTANBUL DESTANI
 İstanbul deyince aklıma martı gelir
 Yarısı gümüş yarısı köpük
 Yarısı balık yarısı kuş
 İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
 Bir varmış bir yokmuş
 İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
 Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
 Ama şu Kızkulesi’nin aklı olsa
 Galata Kulesi’ne varır
 Bir sürü çocukları olur
 Nasıl varacak? Ortada elleri belinde, külhanbeyi bakışlı, gökkafes dedikleri Ritz Otel varken...
 Gudubet bakışlı kafasını uzatırsa, mutluluklarını bozar.
 Ben 50’li yaşlara kadar İstanbullu olduğumu asla önemsemezdim. Ne zaman ki, bu kent talan
 edilmeye ve İstanbul kültürü yozlaşmaya başladı, terbiye ve nezaket kalmadı, hemen tepki vermeye
 başladım ve “nerelisin” sorusuna ağzım dolu dolu “İstanbulluyum” dedim. Özellikle eğer soruyu soran
 İstanbullu değilse, adeta bu kelimeyi kafasına vurur gibi söylerdim. Muhatabım da kentimi bu kadar
 sahiplenmeyi yadırgadığı için, bıyık altından güler, “ne İstanbullusu yahu, İstanbullu var mı?”
2
gibilerinden diliyle değil de, mimikleri ile sorardı. Cevabını alırdı. İstanbul kökenli olanlardan yalnız
 ben değil, birçok insan rahatsız ve üzüntüyle söylemeliyim ki, bu rezaleti bir türlü kabullenemiyorlar.
 Benim kadim dostum, Kıbrıs’ın yüzakı Dr. Rauf Ünsal bir gün bana anlatmıştı, hiç unutmam. Bir
 zamanlar Londra Büyükelçiliği de yapan ünlü diplomatımız Rahmi Gümrükçüoğlu eşi Elçin
 Hanımefendi ile birlikte Kıbrıs’ta oturuyorlar. Ben de merakla sordum.
 - Doktor, bu aile çok köklü ve asil bir İstanbul ailesidir. Biliyorsun bunların hem Boğaz’da, hem
 de Moda’da evleri var, ne işleri var burada?
 Dr. Ünsal:
 - Biliyor musun, ben de bu soruyu Gümrükçoğlu ailesine sordum. Niçin İstanbul’da
 oturmuyorsunuz?
 Rahmi Bey şöyle cevap verdi:
 - Rauf’cuğum, artık İstanbul senin bildiğin İstanbul değil. Onun her bakımdan kirlenmesine
 tahammül edemiyoruz. Hiç olmazsa, bu kirliliği gözümüz görmezse, gönlümüz katlanır, diyoruz ve
 burada yaşamayı yeğliyoruz. Bu şehirde yaşayanlar şunu asla unutmamalıdır. İstanbullu olmak için
 önce terbiyeli ve nazik olmak, sonra Türkçeyi iyi kullanmak saygı, sevgi ve sıra nedir öğrenmek,
 bilmek, uygulamak gerekir. Öğrenin ve unutmayın.
 Unutmayacağınız bir şey daha var. Yüreğimizi en çok yakan yalnız maddi değerler değil, manevi
 değerler...
 Ehh. Bütün bunlardan sonra eğer onlar İstanbullu olacaklarsa, beni İstanbul kayıtlarından
 silin.
 Yeri gelmişken, size bir İstanbul kitabı tavsiye etmeliyim. Arkadaşım gazeteci-yazar rahmetli
 Mehmet Tanju Akerman, “İstanbullu” adıyla bir kitap yazdı. Alın okuyun. Cümle güzellikleri, üslup,
 konuya yaklaşım bir harika. Ama kimsenin haberi yok. Bu çok bilmiş medya var ya, adamın bu
 eserinden bir satır konu etmedi.
 Ama o günler Orhan Pamuk’un “Kar”ı, bilmem kimin nesi ve özellikle Murathan Mungan’ın
 şiirleri medyada öyle bir anlatılıyordu ki, sanırsınız ülkenin her yanından petrol fışkırdı, milli gelir kişi
 başına 30 bin dolara yükseldi. Küçük ama satışı büyük gazeteler ve medya sanki bayram sevinci
 yaşıyor. Bunların kitapları kapış kapış... Bizim “İstanbullu”dan ses yok...
 Bunlar aynı Mısır Çarşısı’ndaki, Mahmutpaşa’daki işportacılar gibi. İşportacılar 3-5 kişi ortak
 çalışırlar. Biri bangır bangır bağırır “koş vatandaş koş, batan fabrikanın malları, mağazalarda 100,
 burda 10, gel sen de al bugün son” diye. Üçkağıtçı ortaklar etrafı kollarlar, hemen tezgaha yaklaşırlar,
 “ver iki tane, ver 3 tane” diye. Bu arada, numaradan aralarında konuşurlar, “amma ucuz” Üç tane, beş
 tane alırlar, milleti gaza getirirler. Bir furya olur, müşteri müşteriyi çeker, piyasa oluşur. Gerçek
 müşteri gidince, mallar tezgaha geri gelir, paraları kırışırlar.
 Bizde de kitap işi aynı. Aslında bunlar bu işi yapacaklarına Mısır Çarşısı’nın kapısında çorap
 satsalar iyi olur da, bu kez işportacıların işini engellerler. Yani sonuçta işportacılarla defolu kitap
 satanlar arasında tek fark, onların ayda kazandıklarını, bizimkiler bu numara ile günde kazanıyorlar.
 Dalıma basmayın, dayanamıyorum konuyu dağıtıveriyorum. Allah adına söyleyin. Haksız
 mıyım?
 
             
             
    