İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

KİN ÖFKE VE İHANET

KİN ÖFKE VE İHANET

Öncelikle yeni yılın bütün umutları yeşertmesini, daralan gönülleri ferahlatmasını ve bütün insanlığa akıl ve vücut sağlığı getirmesini diler; cümle dostların yeni yılını kutlarım.

----------------------------------------------

KİN ÖFKE VE İHANET

Kin; öfke gibi insan aklını örter; ihanete götürür, gözleri karartır. Bunun somut bir örneği; Tuzla Piyade Okulu’nda yaşananlar ve Suriye’den gelen şehitler nedeniyle oluşan durumdur.

Tuzla Piyade Okulu’nda olanlar; sürpriz değildir aslında. Zira on beş yıl boyunca “aynı yolda” ve “aynı yağmurdan ıslanarak” yürüyenler; uğradıkları ortak ”Hain FETÖ” darbesinden ders almadıklarını gösteriyor. Aslında ders almak bir yana; ona rağmen aynı yolda yürümeye devam ettiklerini görülüyor: Çünkü Bundan iki yıl önce; bir Tüm amiralin, üniformalı olarak tarikat toplantısına gidişi haber olmuştu. Sonradan anlaşıldı ki; sırtı sıvazlanarak göreve devam ettirilmiş. Şimdide o amirale gösterilen hoş görü; Tuzla Piyade Okulu’nun Atatürk’e saygısızlık yapanlara gösteriliyor!

Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım’da Atatürk’ün anılması nedeniyle bir grup genç subay, Atatürk fotoğrafını yakalarına takmaktan kaçınmış. Diğer subaylar da ayıplamış. İş kavgaya kadar varmış. Ama tarikat toplantısına giden amirale gösterilen hoşgörü; yakaya fotoğraf takmaktan kaçınanlara da gösterilerek; tepki gösterenler ile fotoğrafa karşı olanlar birlikte kusurlu kabul edilmiş. Böylece Atatürk fotoğrafı karşıtlarının mazur gösterileceği mesajı verilmiştir.

“Hain Fetö darbesi” sonrasında iktidar; Yenikapı’da yaptığı gösterinin ardından “Olağanüstü Hal Kararnameleri\OHK” dönemini başlattı. Sadece iktidar kontrolü dışına çıkanları belirledi. Bu bahaneyle ne kadar Atatürkçü kişi ve kurum varsa; töhmet altına soktu. Fetöcü kişi ve kadrolar; değişik “hoca efendilere” bağlılıkla koruma altına alındı. Atatürk’ü anma töreninde bile karşı gösteri yapacak cüret kazandırıldı!

Tıpkı 2002 yılında iktidara gelir gelmez; YAŞ kararlarıyla ordudan yapılan ihraçları yasaklandığı gibi!

Bir parti mensubu olan siyasi yöneticiler; Milli Güvenlik Kurulu’nun üye çoğunluğu yapıldı, asker üye sayısı azınlığa düşürüldü. TSK’nın geleneksel “emir-komuta” zinciri bozuldu. Genelkurmay Başkanı; rahmetli A. Menderes’in Rüştü Erdelhun’u konumuna itildi.

Artık TSK; laik Cumhuriyet rejiminin değil, “tek adam” teokratlığının koruyucusu durumundadır! O nedenle Tuzla’daki cüretkarlıklar ne ilk ve ne de son olacaktır. Çünkü FETÖ anlayışlı yapının devam ettiğini, ya da ettirildiği ayan beyan görülüyor.

*****

Hain Darbe de dahil yaşananlar; “kindar ve dindar nesil” yetiştirmek ve “kininize sahip çıkın” talimatının gerekleridir.

Çünkü bu kin; “Meşihat” sistemindeki askere gitmemek ve vergiden muaf olmak imtiyazlarını kaybeden Emevi Saltanatcı Uleması kinidir. Şeriat sistemini kutsama takıyeciliği ile sürdürülen sinsi düşmanlıktır. Böylesi kinle intikam duyguları içinde yaşayan kimselerin duyduğu öfke; gözleri karartır ve aklı esir alır; salim düşünmeyi önler. Bu yüzden “Allah-u Ekber” diyerek kendisinden farklı gördüğü dindaşının boynunu vurmakta tereddüt etmez.

İŞID militanları ve hain FETÖ darbesi, bunun son örnekleridir. Yüzyıldır sürdürülen Atatürk ve Demokratik Laik Cumhuriyet düşmanlığı; göz karartan ve şuur kapatan kin ve öfke halini almıştır. Anayasa’nın açık hükmüne rağmen tarikatlar; protokol değerde ve Tevhit-i Tedrisat sorumlusu olarak hükümet tarafından; “tekdir” yerine takdir etmektedir. Tevhit-i Tedrisat uygulamasından birinci derecede sorumlu olan Milli Eğitim Bakanı\Sekreteri de “STK\Sivil Toplum Kuruluşu” olarak ilan edip meşrulaştırıyor.

Oysa Totemist dönemden monist döneme kadar hiçbir din veya inançta tarikat cemaatler demokratik kurum sayılmamıştır. Çünkü tarikatlar demokratik kurumun değil, dini doğmaların yapılarıdır. Türkiye’de de Anayasa tarafından yasaklıdır.

Bu gibi yapılar; aklı naslara bağlayarak toplumsal gelişme önünde duvar olan yapılardır. Yüce yaratıcı ile kul arasına girerler. Peygamber’in bile kendisine atfetmediği nitelikleri liderlerine yakıştırarak gerçek dindarları sömürürler. Nitekim adını “müderris” yerine “profesör” gösteren birçok kişi ve tarikat şeyhi; “okuyanların sayısı artıkça dine ilgi azalıyor” diyerek açıkça cehaleti kutsuyor.

Zaten “bir gecede cahilleştik, mezar taşlarını bile okuyamaz olduk” demagojisi; kitleleri cahil bırakmak için slogan haline getirilmiştir. Çünkü halkın inancı, bu “kerameti kendinden menkul” istismarcılardan öğrenilmesini ister. Sanki Osmanlı döneminde erkeklerin ancak yüzde üçü ve kadınların binde biri okur-yazar değilmiş gibi; yeni alfabe ile okuyamaz olunmuş! Ya da sanki Türk vatandaşları kendi diliyle kutsal kitabını okuyormuş da; yeni alfabeyle okuyamaz olmuş!

*****

Kin ve intikam duyguları içindeki gözü dönmüşlük; bir ihanet değil de nedir? Bu nedenle Fetö darbesi için “hain” denmiyor mu? İktidar partisi yöneticileri bu hainliği, kendilerine yapılan nankörlük olarak ifade ediyor. Oysa hainlik; ulusa yapılan kötülük ve ihanettir.

İktidar partisinin “Fetö hain darbesi” karşısındaki durumu; 31 Mart Olayına karşı seyirci duran Sultan Hamit tavrıdır: “Başarılı olurlarsa benimdir, başarısız olursa bana karşıdır” demek kurnazlığıdır. Nitekim 2002 öncesinde “bürokrat vesayetine ve atanmışların seçilmişlere hükmetmesine karşı” olduğunu söyleyenler; bugün daha beter olan şeklini var etmiştir.

Başkası yaparsa kötü, ben yaparsam iyi demek şekli olmuş.

Kin ve öfke yönelttikleri Cumhuriyet ile kurucularını suçlamak; yeni bir seçim arifesinde ayaklanma ve işbirlikçi hainleri kutsamak amaçlıdır. İşgalci İngilizlerin uçaklarıyla Anadolu’ya dağıttığı ve Kuvay-ı Milliye güçlerini hain ve katli vacip diyen fetvayı yazanın hain olmadığını savunuyorlar. Aynı şekilde Musul-Kerkük referandumunu köstekleyen ayaklanma lideri kutsanıyor!

Oysa bir bağımsız devlet; ya vardır ya yoktur. Eğer varsa, hangi gerekçeyle olursa olsun; isyanları bastırmak ve hainleri tasfiye etmek zorundadır.

Bütün bunlara rağmen, “gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde olmak” olarak belirtilen trajik durum ihanet olarak görülmeyecek mi?

*****

Hükümet; muhalefetini TBMM’deki HDEP\DEM ile ilişki kurmayı “ihanet” olarak gösteriyor. Bu partinin demokratik ve yasal yollarla seçilmiş olan belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayyum atıyor. “Kandil ile ilişkili” iddiasıyla yaftalıyor. Fakat kayyum olarak atadığı yandaşının Diyarbakır’da bir bulvara “Şeyh Sait” adını vermesini uygun görüyor. AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu da, “alimdir, kanaat önderidir” diyerek yere göğe sığdırmayıp övüyor.

Ardından ırkçılığı lanetleyen Ensarioğlı, şunu ekliyor: “ Asıl bölücü, bu ırkçı zihniyettir. Kimse Kürtleri bölücülükle suçlamasın. Bunlar yeniden geçmişte lalan acıları atıştırarak ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen bölücülerdir. Bu vatan, ırkçılardan çok Kürtlerin vatanıdır…” diyor.

Övmekte ne denli yanlışsa, son ifadede de o denli haklıdır. Çünkü Atatürk milliyetçiliği; şoven ırkçılık değildir. Ve Lozan’da; “Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkın tamamıdır” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanım; ırkla değil yurttaşlık bağıyla gerçekleşen bir bütünlüktür.

Oysa kayyum atayan hükümet; demokratik muhalefeti suçlama gerekçesi yaptığı Kandil veya PKK’nın; aynı Şeyh Sait’in idealini hayata geçirmek için 40 yıldır kan dökmeye neden olduğunu yadsıyor! O nedenle de şeyhin adını kutsuyor.

Gerçekler ters çevriliyor; adeta beşinci kol propagandası yapılıyor.

Şeyh Sait’in tarihimizdeki yeri; Anadolu Kurtuluş savaşı vererek kurulan Cumhuriyet yönetimine karşı yapılan isyanın lideri olmasıdır.

“Din elden gidiyor, Yunanistan’da beklemekte olan Halife gelip yönetimi ele almak üzeredir, ayağa kalmalıdır ehl-i İslam” diyerek başlayan kalkışma; Musul-Kerkük referandumunun yapılacağı döneme denk getirilmiştir. Gerçekte ise; 1946’da Filistin’de İsrail Devleti kurduracak İngiltere’nin 1924’te Anadolu’da “Kürt Devleti” kurdurtma azmettirişidir.

Nitekim TKP, “Şeyh Sait Kürler adına değil; halifelik adına, yurttan kovulmuş saray adına, Vahdettin adına, İngiliz emperyalizmi yararına “isyan” etmiş bir figürdür. Bugün AKP’li kayyumun yeni yapılacak olan yola Şeyh Sait’in adını vermesi AKP’nin gerici ve Cumhuriyet düşmanı karakterini gözler önüne sermektedir” açıklaması yaptı.

“Yurt kurtaran ve devlet kuran” olarak tanımlanan “ana muhalefet partisi” lideri Özgür Özel de TV programında sorulan soruya şu cevabı verdi: “ Şeyh Sait isyanının kendi konjonktüründe Cumhuriyet’e karşı ayaklanma olduğunu biliyorum. Ama bu ayaklanmanın bastırılması sırasında oluşmuş sorunlar, bugün bazı torunların kalbini acıtıyorsa; o acıya saygılı olmak gerekir. Ama tarihten ders çıkarmak gerekir…” diyerek politik davrandı.

Tarihten çıkarılacak ders; uğradığı haksızlık nedeniyle değil de emperyal güç ve çıkarlar yararına kendi devletine karşı yapılan her başkaldırıyı bastırmanın, devletin görevi olduğu gerçeğidir.

15 Şubat 1925 baharına planlanan, fakat beklenmedik şekilde 26 Mart’ta ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı; zamanın zabıta kuvvetleri tarafından, haklı olarak ve maalesef kasti aşan şekilde, bastırılmıştır. Bu nedenle her isyanın; yarattığı acılar kadar da acılar görmesi doğal görmek gerekir.

<