KİME, İÇİMİ DÖKEYİM DERSİNİZ..
Herşey gelir geçer.. Sadece, gelip geçen günleri devir teslim eden ölçek zamandır. İnsanlar da her canlı gibi zamanın akışı içinde tükenip gitmektedir. Evrende süreç böyle işlemektedir.
Asırlar boyunca devletler kurulmuş, sonradan varlıkları silinmiş ama izleri kalmıştır. Yapılan araştırma ve kazılarla geçmişi kanıtlayan fosil veya antik pek çok eser bulunmaktadır. Bu eserlerin kalıntıları, mimari değerleri, tasvirleri, mozaik tablolarla heykellerin yapı taşları, önceki gelişmiş medeniyetlerin de kanıtı olmaktadır.
Dünyanın oluşumu ile başlayan süreçteki insan aklının gelişmişliği, gene kazılarla ortaya çıkan mumyalama işlemleriyle, daha değişik bilimsel yöntemleri çağımıza kadar taşımıştır.
Geçmiş zamandan günümüze gelelim. Çağ, çağ, çağ atladık diyoruz ya, asırlar önceki insan beyninin sağlıklı fonksiyonlarını, antik eserlerden öğrenmiş bulunuyoruz.
Önceki bilgilerin düşünme yeteneklerinin ürünü olan bir çok teorilerle ilerleyişlerimizi düzenleyebiliyoruz. Onların varlığını yaşamdan koparan zaman denen testere, görüyoruz ki, sadece akıllarını geleceğe bırakmış…
Artık, uzay çağını yaşıyoruz.. Bu buluşlar, daha üst akılların eserleri.. Televizyonlar, akıllı telefonlar, robotlar, yavaş yavaş yapay zekanın emrine giriyor. Buna rağmen nefisle akıl arasında hızlı bir uçurum oluştuğunu da kabul etmeliyiz. Çünkü, akıl her zaman gönlün oyuncağı olarak ortaya çıkıyor. Bilgin (La Rachefoucauld’un) bu düşüncesine göre, gönül kalbe akıyor ve aklı yönlendirirken hasarlı beyinlere yol açıyor.
Toplumdaki üzüntü kaynağı bir çok olayları incelediğimizde kişilik bozukluklarının hasarlı beyinlerden geldiği anlaşılabiliyor.
Toplumu çöküntüye götürecek ahlaki arızalar tarih boyunca hep araştırılmış ve bunlara ait önlemler, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Filozof Sokrat ve Eflatun’un en önemli ilkeleri topluma öğretilmiştir. İyi yaşamı sahiplenme ve kötülüğe karşı savaşma konusunda “asırlık öğütler” ortaya koyulmuştur. İnsanların düşüncesizlikleri, azgın ihtirasları, korkunç eylemleri, eğriyle doğru arasındaki dengeyi hep bozmuştur. Kara insanlar denilen aykırı tipler, şaşkın yüreklerini utandırıcı duygulardan kurtaramamışlardır.
İslamiyet’te Hadis’ler üzerine konuşulduğunda Peygamberimizin şu sözü önemlidir:
“Ben ancak, en güzel, en temiz huyları tamamlamak için gönderildim.”
Şüphe yok ki, din öğüttür. Müminin yüceliği, toplumun sağlam omurgasını gösterir. İnana inananın aynasıdır. İnanan inananın kardeşidir. Irzını, malını, onurunu, kendi nefsi bilerek korur. Şimdi, İslamiyet’e bu amaçla baktığımızda,
“Dini ahdine vefa etmenin dini de yoktur.” Dememiz gerekmez mi?
Bazı sözler vardır ki, fikirlerle yüklüdür. Bir topluluk güven temeli üzerine kurulur.
İnsan ruhunu en iyi analiz eden İbn-i Sina’nın, kötü hislere koyduğu teşhis şöyledir:
“Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde alet yoktur. Temiz, doğru hisler, bu gibi kurttan ileri gelen hastalığın önüne geçer.
Nice insanları tarttım, sınadım. Bildim ve anladım ki, hiçbir şey bilinmemiş ve hiçbir şey anlaşılmamıştır.”
Şimdi günümüze geçelim, bakalım neler tartışılıyor:
Kadınlara şiddet ve çocuklara cinsel suçlar, çeşitli tepkiler kınanıyor ve toplumsal tartışmalara konu ediliyor.
Ortaya çıkan dehşet verici olaylarla kadın ve çocuk hakları savunucuları, ortak eylemlere geçmiş bulunuyor. İnsanlarımız “ahlak çöküntüsüne” karşı tek yürek halinde mücadele vermek istiyor.
Marifet, yolun doğru olanını seçip engele takılmadan yürümek, sonuca ulaşmak olmalıdır.