ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / Saygı duruşunda konuşulmaz.

Ne biçim bir millet olduk. Anlatılamaz. İnanasın gelmiyor. En büyük servetim Türklüğümdü. Onu da yitirdim. Utanıyorum. Ne saygı kaldı. Ne onur, ne sıra, ne nezaket, ne duruş… İnsani vasıfları kaybettik.
           Geçen gece Türkiye-Yunanistan arasında özel bir futbol maçı vardı. Avrupa kupalarına hazırlık için… Konuğumuz olan Yunanistan’ın milli marşı çalmaya başlayınca, bir ıslık, bir konuşma. bir yuhalama, bir gürültü, bir de ‘Allahüekber. Allahüekber’ diye bağırmalar. Şaşırdım.
Milli marşlar biter bitmez, saygı duruşuna geçildi. Bu kez aynı tavır, aynı sözler devam etti. Türklüğümden utandım.  Başta Arda olmak üzere, milli takım futbolcuları elleriyle, mimikleriyle seyirciyi ikaz etmelerine rağmen, maç süresince bu rezalet sürdü, gitti. 
         21. asırda, değişik kültür ve inançlara bağlı insanların tümünün dünyamızda yaşama hakkına sahip olduklarını kabullenmek zorundayız.
       ‘Allahüekber’in de kutsallığını, anlamını basitliğe indiren, milli marşları sabote eden, konuklarını yuhalayan bir millet, ‘millet’ olma vasfını kaybetmiş, ‘illet’ olmuştur. Saygı duruşunda konuşulmaz. Saygılı olmayan insan, mahlukattan farksızdır. 
       Ne oldu da, biz böyle olduk. Yalnız İstanbul’da veya başka kentlerde, kasabalarda, köylerde değil, dağlarda yaşayan insanların bile,  misafire karşı bir hassasiyeti, bir yaklaşımı vardır. Bu güruh, ne milli marştan, ne de saygı duruşundan zerre kadar haberdar değil. 
       Büyük Atatürk, savaştığı düşmanlarını, sırtına aldı, taşıdı. Polonya atasözü diyor ki, “Eve misafir geldi mi, o eve Tanrı geldi demektir.”  Öğretmenlerimiz, hocalarımız, meslek büyüklerimiz önce saygı ve sırayı bize öğretti. Şimdilerde ne saygı var, ne sıra. Kavgacılık, hakaret, aşağılama, karakterimiz oldu. 
        Kalemin yerine sopayı, saygının yerine küfürü, sevginin yerine de nefreti koyduk.
       Bizi bu hale kimler getirdiyse, bin beter olsun.
       Türklüğümden utandım…

 

<