KALEMİM KONUŞTUKÇA / Hayatın İçinden Notlar
Bazı insanları hayranlıkla seyrediyorum, hayranlıkla okuyorum. İsim vermeyeceğim bir kişi hariç. Rahmetli Nejat Muallimoğlu gibi. Bir büyük hayranlığım da namuslu olmaları. Bu ülkeyi o hale getirdiler ki, “namuslu” olmak meziyet oldu.
Ne güzel birikimleri var. Dilimizi iyi kullanıyorlar. Gerçekleri adam gibi yazıyorlar. Mükemmeli aşmış insanlar. Onları okurken öyle hoşuma gidiyor ki, onlar gibi yazmak onlar gibi anlatmak ve onlar kadar bilmek istiyorum. İstiyorum da, buna zaman, mekan yok. Daha doğrusu rahatlık yok.Bir hayat mücadelesi var gidiyor. Eskiden hayat mücadele idi, şimdilerde mücadelenin adı hayat oldu. Dededen babadan terbiye ve nezaketten başka birşey kalmamışsa, ve üzerine sorumluluk almışsan, tekerleği döndürmek için aşırı çaba göstereceksin. İşi düzeltirsin, eşin bozulur, eşini düzeltirsin, işin bozulur. İkisini düzeltirsin, bu sefer çocuk bozulur.
Şu manevi çevremi, paraya çevirebilsem servetime kimse yetişemez. Bir daha dünyaya geldiğimde ya Sirkeci’de oto cam lastiği ile oto jant kapağı satacağım, ya da devletten ihale kapacağım ki, zenginliğe ilk adımı atmış olayım. Canım kimse üstüne alınmasın... Bizim ülkede şartlar böyle, çifte standart, her yönde böyle. Yahu ailede bile, kim güçlü ise; evlat, ana, baba, karı, koca, dayı, yeğen herkes ondan yana olur. Bu dünyanın kanunu böyle...
Rıza Tevfik Bölükbaşı;
“BÖYLEDİR KANUNU KAHPE DÜNYANIN
DÖRT MEVSİM İÇİNDE BİR BAHAR OLUR” derken, 2100 yıl önce yaşamış Tasitus adlı filozof;
“BİR ÜLKE NE KADAR SOYSUZLAŞIRSA, KANUNLARI DA O KADAR ÇİĞNENİR” demiş.
Yani herkes bildiğini okur, otorite olmayınca bilek gücü, para gücü kanunların önüne geçer.
“Kanunlar örümcek ağına benzer” diyor bir bilgin. Ve devam ediyor. “Büyükler deler geçer, küçükler yakalanır.”
Bu kadar karamsar olmamı neye bağlıyorsunuz? Galiba ihtiyarladım. Ne diyorlar, “eğer geçmişi gelecekten çok seviyorsan, ihtiyarlıyorsun demektir.”
Ben geçmişi seviyorum. Geçmişte o kadar güzel şeyler vardı ki, tıpkı Faruk Nafiz’in dediği gibi:
GEÇMİŞ GÜNLERİMİZ VAR,
GELECEKTEN GÜZEL,
GEÇMİŞ GÜNLERİMİZ VAR,
BİR ÖMRE BEDEL...
Hayata bak. Rüzgar gibi geçiyor. Daha dün 20 yaşındaydım. Bir baktım 40. Bir derin nefes daha, bir baktık 50, 60. Yahu buna dur diyecek biri yok mu? Zaten okul, mokul, askerlik, aşk derken yaş 20-25, 30’una kadar hayat, hay huyla geçiyor. Bu süre toz pembe. Dünya, dünya değilde, dünya sevdiğin kişinin dünyası...
Haydi evlilik. İş arama, para kazanma derken bakıyorsun yaş 35. Çocuk doğdu, okula gitti, annen hasta, baban hasta, patron, kredi, iş, borç, alacak derken 40-45. Bu arada kantarın topuzunu kaçırırsan, derin aşklar yaşıyorsun 40’lı yaşlarda. Çünkü yıllardır süregelen alışkanlıklar kişiyi bezdirmiş. Tatmin olmanın, zor şartların tesellisini karşı cinsin kollarında arıyorsun. Bu kez bir kızılca kıyamet kopuyor. Onu da atlatıyorsun. Yaş gelip, 60’a-70’e dayanıyor. Kolestrol, yüksek tansiyon, kanser, şekerden biri gelip kapıyı çalıyor. Hastalıklara merhaba. Doktor, doktor gez.
Bizim gibi geri ülkelerde bir büyük dert daha var. Ne biliyor musunuz?
Trafik belası !... Bu büyük bela, tüm hastalıklara bedel. İnanın, uzaktan, yakından bu teröre, her aile kurban vermiştir. Trafik terörünü defetmek için önlem almaya hiç niyetli değiliz. Tesadüfen yaşadığımıza göre, bu belayı da atlatmak şart.
Bakın şimdi, hayat mücadelesinden nerelere geldik. Ömür, yaş deyince aklıma bir sürü ihtiyarlıkla ilgili, güzel mi güzel, sözler ve fıkralar geliyor. Gelin şu karamsarlığı üzerimizden atalım. Biraz gülelim. Biliyor musunuz; bir araştırmaya göre 1950’li yıllarda günde 18 dakika gülen insanoğlu, 2010’lu yıllarda yalnız 6 dakika gülüyormuş... Hadi saatinize bakın ve başlayın gülmeye !..
“Eve dönen 87 yaşındaki kadın, kocasını yatakta başka bir kadınla yakalayınca fena halde öfkelenmiş.
Kocasını önce balkona doğru sürüklemiş, sonra da balkondan aşağıya atmış.
Eşini öldürdüğü gerekçesiyle mahkemeye çıkarıldığında yargıç sormuş:
- Kocanızı neden balkondan aşağı attınız?
Yaşlı kadın gayet sakin:
Madem 92 yaşında seks yapıyor. Uçmasını da becerir, diye düşündüm !..”
92’lik delikanlı aşk uğruna canından olmuş, ya 85’lik damadın bakalım başına neler gelmiş:
Anadolu’nun bir köyünde 85 yaşlarında bir adamın karısı ölüyor. Adam karısının kırkı dolmadan çocuklarına evlenmek istediğini söylüyor.
Oğulları, “Yahu baba yapma, elaleme ne deriz biz. Bu yaştan sonra karıyı ne yapacaksın? Hem sana kızı nerden bulacağız?” deseler de adamı ikna edemiyorlar.
Sonunda köyün çıtır kızlarından birini alıyorlar. Vakit geçiyor ve düğün günü geliyor. Ne var ki, çocukları gerdek gecesinde babalarına birşey olmasından korkmaktadırlar. Neyse, adamla çıtır köylü kızı gerdeğe girerler. Çocukları ise dışarıda babalarına birşey olur korkusuyla beklemektedirler. Bir saat geçer, ses yok. İki saat geçer, yine yok. Dört-beş saat sonra kız kan-ter içinde bitkin vaziyette odadan dışarı çıkar. Çocuklar merak içinde kıza:
“Babamız iyi mi?” diye sorarlar.
Kız, “Babanız iyi de, yirmi dakikada bir ne yaptığını unutuyor” diye cevap verir.
İhtiyar ne yaptığını unutuyor ama siz lütfen şu aşağıda yazdıklarımı unutmayın...
Bir Yahudi atasözü şöyle diyor;
“YAŞLANMAK İSTEMİYORSAN, HAZIR GENÇKEN KENDİNİ AŞ.”
Akıllı bir düşünür ise;
“GENÇ KALMANIN SIRRI DÜRÜST YAŞAMAK, YAVAŞ YEMEK VE YAŞINIZ HAKKINDA YALAN SÖYLEMEKTİR.” diyor.
2 tane de kaynağını bulamadığım güzel söz...
“EN KUSURSUZU, SONBAHAR GÜLÜDÜR.”
Evet, isterseniz bu sözü üstünüze alınınız. İyi olur, hem kusursuz olursunuz, hem de gül...
“YAŞ, BAZI İNSANLARI OLGUNLAŞTIRIR, BAZILARINI DA ÇÜRÜTÜR.”
İnşallah, siz çürüyenlerden değilsinizdir.
Bu konunun sonu gelmez, siz okumaktan, ben de yazmaktan bıkarız. Ne yazacağımı da unuttum. Ancak şunu söylemek istiyorum. Hayat ve yaşamak çok güzel. Güzel de, sanki yüce Tanrı dert verirken bonkör davranmış da, ömür verirken cimrilik yapmış. Gerçi o da, zamana uymuş baksanıza.
Tunç devrinde ortalama yaş 18-23’müş. İsa’dan önce 28-33, 16 asırda 40-42 olmuş. İnsanlar 17. asırda 45-50 yaşlarında ölürken, 1900’lu yıllarda 55-60’lara dayanmış. 2000’li yılları tüketmeye başladığımız 21. asırda ömür 80’leri aşıyor. Son yıllarda bizde bile 75-85 arasında gidip geliyor. Herhalde gelecek 3000’li yıllarda 200 yaşında falan öleceğiz.
Şimdi bilim adamları, ölüm geninin üzerinde çok önemli çalışmalar yapıyorlarmış. Bu gene, müdahale ederek, ölüm zamanını geciktireceklermiş. Sözde bir sinek türünün ömrünü tam iki kat uzatmışlar.
Eğer ben ölmeden, bu işi becerirlerse en az bir 60-70 yıl daha beraberiz. Aksi halde reenkarnasyon varsa, beni 3000’li yıllara yazın lütfen...