ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / Gençlere Armağan..

Hani bir söz vardır bilirsiniz, “Hayat okulundan diploma almış” diye.

Kaç fakülte bitirirsen bitir, hayatın deneyimlerinden geçmeyen bir insan olgunlaşamıyor. Gerçek okul, hayat...

Büyük yazar Peyami Safa’nın, 20 Haziran 1942 tarihli Yeni Mecmua’da bu konuyu ele alan yazısını okumadan önce, hayatla ilgili bir iki söze bakalım.

“HAYAT BİZ YAPMAK İSTEDİKLERİMİZİ PLANLARKEN BAŞIMIZDAN GEÇENLERDİR.”

“HAYAT, BOZUK PARA GİBİDİR. KOLAY HARCARSIN AMA BİR KEZ...”

“ELMAS YONTULMADAN, İNSAN DA YANILMADAN MÜKEMMELLEŞEMEZ.”

Bu muhteşem yazıyı, bugünkü yazı ve konuşma dilimize göre biraz düzenleyip, hayata yeni atılan bütün gençlere armağan olarak veriniz...

Onlara en büyük iyiliği ve yardımı yapmış olursunuz...

Peyami Safa ustamız bakın ne diyor:

“Salâhiyetim olsaydı, her sene üniversitenin ve yüksek mekteplerin son sınıf mezunlarını bir araya toplar, onlara, şu fikirleri kabul ettirmeye çalışırdım”:

Tahsiliniz bugün sona eriyor, değil mi? Ellerinize tutuşturulan diplomanın en büyük yalanı budur. Tahsiliniz bugün bitmiyor, bilakis bugün başlıyor. 

Onaltı, onyedi seneden beri size öğretilenlerin çoğu ihtisas bakımından lüzumsuzdur; bütün dünyada hâlâ yıkılmamış kötü bir öğretim sisteminin kurduğu geleneğe göre, hafızalarınıza istif edilmiş, unutulmaktan başka hiçbir şansları olmayan ölü bilgilerdir. Zekanız, bu kokmuş malumat kadavralarını ne kadar çabuk atarsa, hürriyetine o kadar erken kavuşur. 

Mümkün olsaydı, size bugün diploma yerine bir hafıza müshili verir, ilmin bu molozlarını, ruhunuzun barsaklarından dışarıya çabuk defetmenize hizmet ederdim. Ellerinizdeki diploma, öğretim denilen, ne yazık ki ilacı henüz keşfedilmemiş müzmin bir hastalığın raporudur.

Bugünden öteye ilk işiniz, kendinizi bu zoraki bilgi illetinin toksinlerinden kurtarmağa çalışmak olsun. Size, ihtisas olarak öğrettiğimiz şeylerin bir kısmı lüzumsuz, bir kısmı yanlıştır. Bunların içinde pek azı ileride, sizin için, düşünmek ve kültürünüzü derinleştirmek için malzeme olmağa yarar.

Gençler, hayatta muvaffak olanlarla olmayanlara bakınız. Eğer ticaret gibi ameli mesleklerin zaferlerine bir göz atarsanız, bu şubede kazananların yüzde doksanının ticaret mektebinden mezun olmadıklarını görürsünüz. 

Bunlar, ticaretin hiçbir ders ve etüd kitabında izi olmayan bütün inceliklerini tecrübe mektebinde, hayat mektebinde öğrenmişlerdir. Doktorluk ve avukatlık gibi, yarı ameli ve yarı nazari mesleklerin kahramanlarına da bakınız. 

Bunlar da, bilhassa diplomalarını aldıktan sonra, kendi aşklarıyla ve tecessüsleriyle kitapların ve tecrübelerin üstüne kapanmış insanlardır.

Ameli ve nazari, serbest ve resmi bütün mesleklerde geri kalmışların hayatına bakınız. Bunlar, diplomalarını alır almaz, tahsilin bittiğini ve öğrenilecek hiçbir şeyin kalmadığını anlamışlardır. 

Hayat, onların gözünde iki mevsimliktir: Biri ekme çağı, ki tahsil çağıdır; öteki de biçme devresi, ki bütün ömür süren meslek devresidir Bu devrede ekmek yok ve yalnız biçme var sanmışlardır. Halbuki asıl ekmek devresi tahsil çağından sonra başlar ve biçme ameliyesini de içine alır.

Şu mahalle doktoru niçin mi kazanmıyor? 

Muayenehanesine girip bakınız; cevap yaldızlı bir çerçeve içinde duvarda asılıdır: Diploma ! 

Zavallı hekim; bu diplomayı oraya astıktan sonra, hastalara bakmaktan başka yapılacak başka işi kalmadığına inanmıştır. 

Kütüphanesi tamtakırdır. Orada, unutulmuş mektep bilgilerini hatırlatan bir kaç tıp lugatinden ve arkadaş tavsiyesiyle alınarak okunmayan bir kaç eserden başka bir şey göremezsiniz. 

Bu kitapların ciltlerini kaplayan bir parmak toz, hekimin, bütün muvaffakiyetsizliklerini izah eden ve kendisinden başka herkesin görebileceği işarettir.

Bütün bu zavallılar, beşikten mezara kadar süren hayat mektebinden başka mektep bulunmadığını ve diplomasını aldıkları mektebin, asıl hayat mektebinin küçük ve kötü bir taklidinden başka bir şey olmadığını bilmeyenlerdir.

Aranızda bu hakikatı anlamayanlar, o zavallılar ordusuna katılacaklardır.

İşte bugün hepiniz, size hiçbir sun’i mektebinizin veremeyeceği, hiçbir müfredat programının kazandıramayacağı bilgileri ve görgüleri temin edecek büyük hayat mektebinin eşiğindesiniz. 

Bu mektepten çıkmak için ölmek lazımdır. 

Yaşadığınız müddetçe, artık, hocanıza yaranmak için değil, babanızın gönlünü hoş etmek için değil, iyi not almak için değil, sınıfta kalmamak için değil, yedikçe acıkan tecessüsünüzü doyurmak için, öğrendikçe artan cehlinizi arttırmak için, memleketinizin ve mesleğinizin şerefi için, ve     nihayet, kendi muvaffakiyetiniz için, program ve disiplin zoru ile değil, anlamak ve çalışmak aşkı ile, durup dinlenmeden öğrenecek ve deneyeceksiniz.

Asıl bugün mektebe başlıyorsunuz. Notları ve imtihanları olmayan bu büyük mektepten mezun olmak ve diploma almak yoktur. Çünkü ilim bitmez, ve öğrenmek ihtiyacımız, varlığın sırları ve cehlimizin karanlıkları kadar sonsuzdur.

Şu yazının tek yanlışı yok. 

Bu yazıyı destekleyen başka bir konuşmayı da Türk şiirinin büyük ismi ve büyük hatip Behçet Kemal Çağlar Boğaziçi Üniversitesi (eski adı Robert Koleji)’nden diploma alan gençlere yaptı.

Harika bir konuşma ve harika bir öğüt:

“Çocuklar, artık hayata atılacaksınız. Başarılı olmanız için kendinize iyi örnekler seçmeye mecbursunuz. Sizlere teklifim, yokuştan inerken göreceğiniz aşı boyalı bir evin önünde durup düşünmenizdir. Vaktiyle orada sadece kalemi ile istibdada, zulme, cesaretle kafa tutan Tevfik Fikret adlı biri yaşamıştı. Ona benzemeye çalışın.

Eğer kendinizde o kudreti bulamıyorsanız, yokuştan biraz daha aşağı inin, solunuzda, Rumelihisarı’nın burçlarını göreceksiniz. O kaleyi, aşağı yukarı sizin yaşınızda bir genç, Fatih Sultan Mehmet yaptırdı, ve ülkesine İstanbul’u kazandırdı. Ona benzemeye çalışın.

Şayet bunu da göze alamazsanız, daha aşağılara inince bir mezarlığa rastlayacaksınız; içinde, dünyanın bütün güzelliklerini şahane bir şekilde dile getirmiş şair Yahya Kemal yatıyor. Onun gibi olmaya bakın.

Yoo, bunu da yapamam derseniz, yolunuza devam edin, karşınıza deniz gelecek; kendinizi hemen oraya atın.”

Bir öğüt de benden !.. Benim kadim dostum İstiklal Belen’in oğlu Barış’a imzaladığım bir kitapta şöyle demiştim;

“Yakışıklı Oğlum,

Hayat bugün başlıyor. Akıllı davran. Her doğan gün sana yeni fırsatlar verecektir. Kendine güven, başını dik tut. Çünkü başta baban ve tüm ailen bugüne dek onuru ile yaşadı. Ve onlar seni hiç mahçup etmedi. Sen de onları mahçup etme. Dualarımız seninledir. İnanıyorum ki Allah da yanındadır.

<