ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

KALEMİM KONUŞTUKÇA / BUNLAR İSTANBULLU İSE, BENİ İSTANBUL NÜFUSUNDAN SİLİN... (1)

A.Haluk Dursun yıllar önce “İstanbul’da Yaşama Sanatı” adlı enfes bir kitap yazmıştı. Eğer İstanbul’u seviyorsanız, kendinizi İstanbul’da yaşamaya hazır olarak görüyorsanız bu kitabı okumalısınız. Hangi İstanbul’da yaşadığınızı öğrenmek istiyorsanız bu kitabı okumalısınız. İstanbul’da, İstanbul’u yaşamak istiyorsanız bu kitabı okumalısınız.
Okumalısınız ki, bu İstanbul ne hale gelmiş, anlayasınız. İstanbullu olmanın “ben de İstanbulluyum” demekle olunmayacağını öğrenmelisiniz. Dünyanın üç büyük medeniyeti üzerine bina edilmiş, her yanından tarih fışkıran bu kenti yaşarken, nerede yaşadığınızı bilmelisiniz...
Önce şu kitaptan, benim de bir zamanlar tadını çıkardığım o güzellikleri birlikte okuyalım.
“... Laleli’deki meşhur Hasan Paşa Fırını’na yetişemediyseniz bile, Beşiktaş’daki 7-8 Hasan Paşa Fırını’nda pide kuyruğuna girip pide yahut fırından yeni çıkan bir gevrek İstanbul simitiyle eski kaşar peynirini katık edin.
Baharda Hacı Bekir’de çıkan Demirhindi şerbetini içip “eski ağıza yeni taam” diyerek şükredin. Beykoz-Tolon’da hâlâ eski usulde yapılan paçanın bir tadına bakın, Süleymaniye-Darüzziyafe’de kuru fasulye, Fatih-Hünkâr’da kıkırdaklı bamya, Hacı Salih’de Bayrampaşa enginarı, Kadıköy-Yanyalı Fehmi Lokantası’nda hünkâr beğendi, Divan’da su böreği, Sarıyer’de artık çok yağlansa ve eski tadını kaybetse de kuşüzümlü Sarıyer böreğini yemeden sakın İstanbul mutfağını biliyorum deme cür’etini göstermeyin.
Kış gelip kar yağdığında Boğaz’a bir de o haliyle uzanarak İstinye-Zeynel’de mis gibi kokan sıcacık bir salebi yahut Suriçi’ni tercihle Vefa’dan Tavşanlı’nın Çorum’un sarı leblebisiyle Vefa bozasını içmeyi sakın ihmal etmeyin.
Bebek’te badem ezmesi, Sarıyer’de su muhallebisi, Kanlıca’da yoğurt, Beyoğlu’nda Saray’da tavukgöğsü, İnci’de profiterol, Kavaklar’da balık, Koska’da helva, Kanaat’da Elbasan tava, Güllüoğlu’nda baklavanın İstanbul’un eskimeyen tatlarından olduğunu hatırınızdan çıkarmayın. Ama ille de Kurukahveci Mehmet Efendi’nin esas yerinden bir bayram arifesinde kuyruğa girip kahve alın, Ramazan arifesinde de aynı sokaktaki Namlı Pastırmacı’dan kuşgöğnü pastırma kestirin.
Bütün bunların üzerine ne mi yapılır? Taşdelen’den Karakulak’tan su içip şükretmek, bulamazsanız Kayışdağı’nın, Hamidiye’nin suyunu içip “Allah bunu da aratmasın” deyip yudumlamak tabii ki...
Yine Emirgân’ın yaşlı çınarının gölgesinde çay içip Yesâri hatlarına dalmak, Sarıyer’de, Göksu’da mısır yemek, Moda’da ve hele özellikle Üsküdar Kanaat’te eski usûl kaymaklı dondurma yemek, Fatih-Hırka-i Şerif’te hâlâ koyun yoğurdu satan Barbaros Yoğurtçusu’na uğrayıp kaymaklı koyun yoğurdu almak, İstiklâl Caddesi’nde, Kadıköy-Bahariye’de, Nişantaşı gibi semtlerdeki çingene kadınlarından zamanı gelince lavanta almak, bir İstanbul Efendisi’ne Rebûl lavantası hediye etmek sadece İstanbul’da yapabileceğiniz, İstanbul’a has şeylerdir.

 

<