KALBİMİZ BAŞKA SÖYLÜYOR AKLIMIZ BAŞKA -3
Peki eleştirmeyecek miyiz?
Tabi ki eleştirelim, zira eleştirinin olmadığı yerde “putçuluk” başlar; ama eleştiri yaparken eleştirdiğimiz şeylerin “neresindeyiz”, savunduğumuz değerleri “ne kadar yaşıyoruz?”; “içinde yaşadığımız dünyada haykırdığımız gerçekleri, içimizde yaşattığımız dünyada yaşatabiliyor muyuz?” durup bakmak gerekiyor.
Bunu yapabildiğimiz zaman; belki içimizden süzüp damıttığımız hakikatler, içinde yaşadığımız dünyayı dönüştürmeye yetmeyecek ama hiç olmazsa yaşadığımız dünyayı kendimize ait bir yanlıştan kurtarmanın hazzını yudumlayacak; “ne yanlışım var ki beni eleştiriyorlar” demek hamlığından; “nerede nasıl bir yanlış yaptım ki, beni kimsecikler eleştirmiyor” olgunluğuna erişmiş olacak; dostu düşmandan, seveni sevmeyenden, eleştiriyi hakaretten, ikazı temenniden ayırabilecek marifete ereceğiz.
Bu sayede dilimiz halimizi yalanlamayacak, kalbimizle aklımız birbiriyle anlaşacak, herkesin içinde yapamadığımızı bir başımızayken de yapmayacağız ve yapmayanın “yap” demeye, yürümeyenin “yürü” demeye, okumayanın “oku” demeye, gönül incitenin “incitme” demeye hakkı kalmayacak.
Öyleyse; dert anlatmak istiyorsak halimizi güzelleştireceğiz ki; sözümüz kalplere işlesin. Konuşmakla olmuyor zira bu işler. Marifet konuşmakta olsaydı, her cuma vaazı dinleyenlerin irşadıyla ülkede “günah” diye bir şey kalmazdı veya hitabet için fiyakalı cümle şart olsaydı Firavun Musa’sız kalırdı.
Peki ne yapalım?
İlla bişeyleri eleştirmemiz gerekiyorsa kendimizden başlayalım bu işe.
Ne için yaratıldığımızı; içinde yaşadığımız dünyaya, içimizdeki dünyayı yaşatmak için geldiğimizi fark edelim. Allah’ın rahmetini kaybetme korkusunu, adalet duygusunu, vicdan sızısını, emanet şuurunu diriltelim içimizde ve soralım kendimize;
En son ne zaman bir fakirin karnını doyurdun?
Bir yetimin yüreğinde en son ne zaman tebessüm olabildin?
Bir kardeşinin derdiyle kendi derdin gibi ne zaman dertlendin?
Cebine ve imkânına bakmadan gelecek vaad eden bir öğrencinin yokuna en son ne zaman “var” olabildin?
Sırtındakini çıkarıp üşüyen bir garibe ne zaman giydirdin?
Cebinde kalan son parayı bir ihtiyaç sahibine verdiğin anda kalbine yayılıveren sımsıcak muhabbetle en son ne zaman hasbihal ettin?
Herkes bunu yaparsa ne mi olur?
Merhamet ve sevgide sel gibi olacak; önümüze çıkan kim varsa kucaklayacağız öz kardeşimizi gibi; veya mümin kâfir, canlı cansız bütün yaratılmışa ısısından ve ışığından asla ayırmadan ve esirgemeden sunan güneş gibi ısıtacağız yürekleri.
Biri gelip de her şeyi yeniden güzel ve doğru etsin diye bir “kurtarıcı” beklemeyeceğiz. Bir siyasetçi gelip düzeltmeyecek ülkeyi, bir arif çıkıp hakkını iade etmeyecek hakikatin, bir yazar yazdığı kitapla yeni baştan örmeyecek gökkubemizi.
Biz, (ama her birimiz) bilgi- duygu birlikteliği içinde iyiyi bilip, doğrunun uğrunda can verecek erdeme eriştiğimiz için; içimizden çıkan siyasetçi de düzgün olacak, patron da Allah’tan korkacak, müteahhit de vebal diyecek, öğretmen de ibadet eder gibi ders anlatacak, doktor da hastasını emanet bilecek, hakim de istikbali pahasına adaleti savunacak. Tüm bunlar bizi bu dünyaya gönderiliş gayemize yeniden kavuşturacak; içimizdeki dünyaya cennet kokusu aldırdığımız için yaşadığımız dünya da cennete dönecek!
Farkında olabilme temennisiyle.
(Bitti)