Kadızadeliler Harekatı
XVII. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu için klasik tarihçiliğin “gerileme” veya “duraklama” olarak adlandırdığı karakteristik bir bunalım dönemi olma özelliği taşımaktadır. Döneme karakteristik özelliğini veren olaylardan biri, bir yönüyle sonraki asırlarda ortaya çıkacak fikir hareketlerinin kristalleşmesine zemin hazırlayan, dinî ve içtimaî sonuçları olan “selefiyeci” vaizler zümresi hareketi diğer ismiyle Kadızadeliler hareketidir. Bu dönemde devlet yapısındaki bozulmanın düzeltilmesi ve “altın çağ” [1] a dönülmesi için dönemin deneyimli bürokratları ve yönetim bilimcileri( Koçi Bey, Katip Çelebi) gelenekçi bir bakış açısıyla risaleler (kitapçıklar-telhîsler) kaleme almışlardır. Islahat lâyihacıları tarafından padişaha öneri şeklinde sunulan bu risaleler genel anlamda ideal düzeni tasnif etmiş ve daha sonra bu düzenin neden bozulduğunu izah etmişlerdir. İmparatorluğun içinde bulunduğu bu bunalım sürecinde bozulmanın sebeplerinden çözüm önerilerinden bahseden bir diğer kesim ise vaiz ve müderris olan Kadızadede Mehmed ve halefleridir Devletin içinde bulunduğu kötü durumu düşünüp sebeplerini yakalamaya çalışan bu din’i çevre, mevcut bozukluğun ana nedenini Kur’an ve sünnet’ten uzaklaşıp dine sonradan girmiş bidatlara saplanmak olarak görmüş, çare olarak ise İslam düşüncesine dışarıdan girmiş bu yabancı unsurların temizlenmesi fikrini öne sürmüşlerdir. Aslında hemen hemen her zaman bir buhran geçirmekte olan İslam toplumlarında dini çevrelerden bir grup bunun sebeplerini dinin aslından uzaklaşması olarak görmüş ve kurtuluşun asıl şekle geri dönülmesiyle mümkün olacağını ileri sürmüştür.[2]
Dinde tavsiye anlayışıyla yola çıkan vaizlerin ilk hedefi tasavvuf çevresi ve onların gündelik dinî ritülleri olmuştur. Kadızadeliler hareketinin isim babası Kadızade Mehmed Efendi, şer’i ilimler dışında hiçbir ilimle uğraşmamış, “akli ilimlerin tahsili caiz değildir” demiş ve tasavvuf sahalarına karşı düşmanca bir tavır takınmıştır.[3] Onun takındığı bu düşmanca tutum bir takım basit vaazlar ve kurnaz suçlamalardan ibaret olsa da tesirli konuşması ve “avamı cezp ve celp etmesini bilmesi” [4] sebebiyle etrafına kalabalık kitleleri toplamayı başarmıştır. Kadızade Mehmed Efendi’nin hitap ettiği bu kalabalık kitleler çoğunluk itibariyle iyi eğitim görmemiş dine sıkı bağlı olma özelliği taşıyan ve emirleri yerine getirmede hazır ve epey istekli olan esnaf ve İstanbul’a sonradan yerleşmiş taşralılardan meydana gelmekle beraber tamamen mevki hırsıyla hareket eden bu vaizin saray çevresinden de hatta padişahtan bile destek gördüğünü söylemeliyiz. Tasavvuf çevresinin özellikle sema ve deveran ritüellerini zındıklık olarak yorumlayan
Kadızadelilere karşı mutasavvıflardan da tepki gelmiştir. Bu tartışmalarda Kadızade Mehmedin vaazlarına karşılık veren isim ise Halveti şeyhi Abdülmecit Sivasî idi. Kadızade Mehmed’in başlattığı temel münakaşalar akli ilimlerin tahsilinin meşru olup olmadığı, tütün kahve gibi keyif verici maddelerin haram olup olmadığı, ezan mevlit kuran’ın makamla okunup okunmayacağı gibi o dönemde imparatorluğun düze çıkmasına hiçbir faydası olmayan basit suçlamalardan ibaretti. Zaten Kadızade Mehmed’in tek hedefi zamanın padişahı 4. Murad’ın gözüne girmekti ve bunu başarmıştı. Geriye nüfuzunu tebaa arasında genişletmek için Mevlevilere ve Halvetilere saldırmak kalmıştı.
Resim Ali Fuat Bilka’nın Fakihler ve Sofuların Kavgası adlı eserinden alıntıdır.
Abdülmecit Sivasî ve Kadızade Mehmed arasındaki bu tartışma ortamı ikisi ölene kadar devam etmiş, 1635 yılında Kadızade Mehmed ölünce hareket bir süreliğine durağan hale gelmiştir. Ancak 1640’ta IV. Murad’ın ölümü ile onun sağladığı nizam bozulmuş ve saray yeniden Kadızadelilerin güç mücadelesine merkez olmuştur. Fakat mücadelenin boyutları bu kez değişmiş fikrî atışmalar yerini fiili atışmalara, düşmanlığa, kan dökmeye varan saldırgan hücumlara bırakmıştı. Hareketin böylesi saldırgan bir döneme girmesine, selefi akımların merkezi olan Şam’dan birini öldürmesi sebebiyle kaçıp gelen ve sonradan sarayda padişah şeyhliğine kadar yükselen, Ayasofya’daki somaki direğe yaslanarak vaaz verdiği için Üstüvanî lakabıyla anılan Mehmed Efendi sebep olmuştur. Üstüvanî de tıpkı selefi Kadızade Mehmed gibi sarayda taraftar bulmuş saray iç oğlanları ve bostancılar ondan ders almak için sıraya girmişler onun etrafında birleşmişler ve hatta padişah hocası Reyhan Efendi onun dostları arasına katılmıştı.(H.İnalcık:2014:238) Üstüvanî ve taraftarlarının bu güç ve kuvvetleri meşhur “Çınar Vakası”na kadar devam etti. Kadızadeliler Çınar vakasında kendilerinin pek çok işbirlikçisinin katledilmesiyle önemli ölçüde idari ve iktisadi güçten mahrum kalmışlardı. (A.Y.Ocak) Ancak eski güçlerinin hala yerinde olduğunu gösterme niyetiyle İstanbul’daki bütün tekkelerin yıktırılarak denize dökülmesi ve “emr-i bi’l-ma’rûf ve neyh-i ani’lmünker”[5] emrini uygulamak üzere, taraftarlarına silahlarıyla Fatih Camii’nde toplanmalarını duyurmuşlardı. Bu ve buna benzer saldırgan tutumlar sonrası dönemin “eli kılıçlı”[6] sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa Kadızadelilerin toplumda fitne çıkarması gerekçesiyle Üstüvanî ve diğer vaizleri Kıbrıs’a
sürmüştür. Hareket yine kısa bir süreliğine lidersiz kalsa da hareketin son temsilcisi taşralı bir vaiz olan Vanî Efendi’nin İstanbul’a gelmesi Kadızadelilerin halk arasındaki taraftarlarını yeniden ortaya çıkarmıştır. Hünkar vaizi olarak anılan Vanî Efendi de bu sathi püritan yorumun ilk iki liderinden farksızdı. O da halefileri gibi padişah ile yakınlık kurabilmişti hatta öyle ki oğlu ve damatlarını önemli mevkilere getirtmiş, “padişah IV. Mehmed onu ihsan ve hediyelere boğmuş hatta daha sonra Vaniköy diye ismi değiştirilen “Papaz Bahçesi”’ni ona armağan etmiştir.”[7] Ancak onun kaderi de 1683’te padişahı II. Viyana kuşatması için ikna edenler arasında olmasından dolayı sürgün ile sona erdi. Zaten Vanî Efendi döneminde Kadızadeliler’in baskısıyla yasaklanan “sema”nın tekrar serbest bırakılması saraydaki ki etkilerinin de sona ermeye başladığının işaretiydi.
DİPNOTLAR
[1] Seda Çakmakçıoğlu. Koçi bey risaleleri. Kabalcı. Koçi Bey’in geleneksel asr-ı saadet dönemini diğer ifadeyle altın çağ zamanını tasvir ettiği bir örnek: “Saltanatta fevk-el-hadd nizâm ve intizâm vardı… Padişah uğruna bezl-i can-ı şirin eden askerler.. Ecdad-ı izâmları zamanında hiçbir devlette olmayacak kadar ilme ve erbabına hürmet ce izzet gösterilirdi..”
[2] Ahmet Yaşar Ocak. 17. Yyda Osmanlı imparatorluğunda dinde tasfiye teşebbüslerine bir bakış: kadızadeliler
[3] A.g.e.
[4] İ.H.Uzunçarşılı. Büyük Osmanlı Tarihi. C.III. s.355
[5] Bu ifade Kur’an kökenli olup Arapça “iyiliği emretmek kötülükten men etmek” anlamında kullanılmıştır.
[6] Katip Çelebi, Düsturu’l amel fi islahi’l halel (Bozuklukların düzeltilmesinde tutulacak yollar) isimli risalesinde izlenilmesi gereken yollardan birinini başa sahibü’s seyf yani eli kılıçlı bir yönetici geçmesi gerektiğini söylemiştir. Zalimlik ve kan dökücülükle suçlanmasına bakılırsa Katip Çelebi’nin bu tavsiyesine uymuş olmalı.
[7] A.F.Bilkan A.g.e s.96
KAYNAKÇA
BİLKAN. Ali Fuat, Fakihler ve Sofuların Kavgası 17. Yüzyılda Kadızadeliler ve Sivasiler
ÇAKMAKÇIOĞLU. Seda. Koçi Bey Risaleleri. Kabalcı Yayınları
FAROQHİ. Suraiya. Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam. Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla. Tarih vakfı yayınları 5. Basım s.74
GÜNDOĞDU. Cengiz. “XV11. Yüzyıl da ‘Iekke-Medrese Münasebetleri Açısından Sivas!- ler-Kadızadelil er Mücadelesi” . iLAMAraştırma Dergisi, 111/1, İst nbul 1998, s. 37-72.
İNALCIK. Halil. 2014. Devlet-i Aliyye: Tegayyür ve Fesâd ( 1603-1656 ). İstanbul : Türkiye İş Bankası Yayınları
KATİP ÇELEBİ. 2008 Mizânü’l – Hakk Fî ihtiyari’l Ehakk, Orhan Şaik Gökyay, Yay haz. İstanbul: Kabalcı yayınları
TURAN, Namık Sinan, Osmanlı Toplumunun 17. Yüzyılını Seyahatname’nin Sayfalarında Aramak, Evrensel Kültür, Mayıs 2014, s. 46-51.
TURAN, Namık Sinan, 17. Yüzyılda Osmanlı Tasavvuf Ritüelinde Sema Deveran ve Müziğin Püritanizmle