İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

İSTİKRAR VE TÜRKİİYE’NN PÜRMELALİ

İSTİKRAR VE TÜRKİİYE’NN PÜRMELALİ

Demokratik laik bir hukuk devleti olarak Türkiye; belli bir istikrar içinde idi. Adliyesinden eğitimine, askerinden polisine kadar hem görevliler, hem de vatandaş yasa, yönetmelik ve uygulamaları kavramış; her şey yerli yerine oturmuştu.

Ama “şaibeli” olarak kurulan ve çarçabuk iktidara gelen bir parti; oturup kalkıp Türkiye’nin istikrarsızlık içinde olduğunu siyaset gündemine taşıdı. Devletin İktisadi Kurumları (KİT’leri) ile Ordu ve TBMM lojmanları ile sosyal tesislerini halkın sırtındaki kambur olduğunu öne sürdü. İktidara geldiği 2002 yılı sonunda diline pelesenk etti.

İktidarı elde edince; önce Cumhuriyet’in kazanımları olan KİT’leri yok pahasına sıcak paraya çevirdi. Lojman ve sosyal tesisleri, partidaşlarının kullanımına sokunca, gündemden çıkarttı. Yeni popülist propaganda olarak; “kinine ve davaya sahip çıkın” sloganını dillere verdi. Bu uğurda devletin varlığı, gerçekçi olmayan ihalelerle yandaşlara servet transferleri şekliyle gerçekleştirdi. İlgili iş ve işlemler ise “devlet sırrı” denerek halktan gizledi; denetimden uzak tuttu. FETÖ örgütüyle el ele vererek laik demokratik hukuk rejimi olan Cumhuriyet’in temellerini oydu. Ajite ettiği tabanını vesayet\baskı altına tutarak YSK ve HSK desteğiyle “istikrar” deyip isitikrarsızlık var etti.

Halk; kendileri iktidarda olmazlarsa “istikrar” olmayacağına inandırıldı. Demokrasi “tramvay” olarak tanımlandı, YSK katkılarıyla at alınarak Üsküdar geçildi. Ardından paylaşım ve temsil konusunda anlaşmazlığa düştüğü ortağın “hain darbe” girişimine uğradı. Bahaneyle ve “bu kardeşinize oy verin ki Türkiye’yi uçursun” diyerek anayasa ile fiilen çelişen patrimonyal rejimi (Cumhurbaşkanı hükümet şeklini) uygulamaya koydu.

Böylece ekonomide, adalette, eğitimde istikrar bozuldu. Enflasyon tavan yaptı. İşsizler ordusu büyüdü. Mutfaklarla çarşıları yangın sardı. Kuru ekmekle doyulduğu için “kimse aç değildir” denerek açlık savunuldu. Yoksulun sırtından aristokrat yaşamlarını “itibardan tasarruf olmaz” ilkesine dayandırdı.

Kısaca; istikrar diye diye, istikrar çiğnendi.

Tıpkı Anayasa’nın çiğnenmesi gibi!

Ya da 22 yıllık sürekli iktidar yüzünden Türkiye’nin pürmelalı; ekonomk ve sosyal dengesizlikler halini aldı. Dış borç miktarı, Osmanlı Devleti’nin Duyun-u Umumiye devrini anımsattı.

*****

Pürmelal, dışardan bakanlar tarafından daha net ifade ediliyor. Buna örnek, Almanya’da çalışan Malatyalı bir yurttaşın Emin Çölaşan’a gönderdiği e-mail mektuptur. Pürmelalimizi en açık şekilde gösteriyor: “…deprem gecesi kar altında canını sokağa (yalınayak) atan 83 yaşındaki annem, 59 yaşındaki ablam (…) geceyi komşuların arabalarında ve spor salonlarından geçirdiler (…) 6 Şubat’tan sonra kesik olan doğalgaz için bir sürü borç tahakkuk etmiş (…) Belediyeye ve CİMER’e yaptığımız başvurular cevapsız kaldı. Malatya’ya yeniden kış geldi (…) Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı ve ekibinden halk çok şikayetçidir, ama biliyoruz ki yine o seçilecek…” diyor.

Celladına aşık kimseler türü!

Gazze’den çocukları ve hastaları tedavi için getirdiğini söyleyerek şov yapan hükümet; Türkiye’deki SMA’lı çocukların ana babalarını sokaklarda dilendiriyor. Her yerde birer anons kutu koymak kampanyaları sürüyor. Hükümet ise hala bilet ve döviz garantili yolcusu olmayan havaalanları ihaleleri yapıyor.

Artçı depremlerin korkusu içindeki depremzedeleri ise, yeni bir karakışın arifesinde doğru dürüst drenajı bile olmayan çadır ile konteynırlerde yaşamaya çalışıyor.

*****

Hükümet, yorulduğu yere han yapmaya devam ediyor. Nitekim ekonominin iflasa gitmesine, enflasyon ve işsizliğin tavan yapmasına aldırmadan gösterişli müsrif yaşamdan vaz geçmiyor. . Nüfus demografisi –oy hesabıyla- yabancıların (sığınma gerekçeli) lehine değiştirildi. Emekliler açlık koşullarına itildi. Buna karşın göçmen diye transfer edilenlere bedava yaşam yaşatılıyor. O nedenle Türkiye; adeta “sığınmacı” denen sürekli ikamet edenler için bir kuluçka alanı olmuş durumdadır.

“Nas” diyerek halkı enflasyona ezdiren baş yönetici; “istikrar” ve “uçurma” vaadiyle “atı alıp Üsküdar’ı geçerek” 50+1 seçim kuralını getirdi. Ama daha bir dönem tamamlamadan,bu Anayasa kuralının değişmesi gerektiğini açıkladı. Kronik ve can yakıcı sorunları gündemden düşürmek amaçlı, yorulduğu yerde han yapma gerekliliğini hatırladı; Anayasa değişiklik tartışmasını başlattı:

Seçimden bir gün önce; 13 Mayıs 2023 günü Dolmahçe’deki ofisinde 13 yandaş tv kanala şu açıklamada bulundu: “50+1 şartı ile ilgili olarak, “bu seçimden sonra böyle bir adım atılabilir. Karşılık bulursa Anayasa değişikliği gerektirir….” dedi.

Demek ki yeniden bir han yapma ihtiyacı duyulmuştur.

18 Kasım 2023 günü Almanya’dan dönerken; “… Aynı fikirdeyim, isabetli olur. Çoğunluğu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmeli…” dedi. Böylece 50+1 ilkesi ile artık seçim kaybedeceği korkusunu ve değişiklik gerekçesini itiraf etmiş oldu.

Çünkü 10 Kasım 2021 günü görüştüğü SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 2.5 saatlik görüşme konularını 11 Kasım’da açıkladı: “… Denetlenemeyen bir başkanlık sistemine dair endişeleri paylaştık (…) Erdoğan “istikrar” diyerek sistemi savunduysa da (…) %50+1’in mahzurlu olduğunu anladık (…) Sıkı bir şeye bağlamamız gerekirmiş…” dedi.

Bunlar yetmezmiş gibi, oy sandığını kapanmasına 2 saat kala YSK’ya “mühürsüz oylar geçerlidir” kararı aldırarak atı alıp Üsküdar’ı geçen, sanki kendileri değilmiş gibi, takiyye yapılıyor.

Bunların ardından da Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi ve eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek bir açıklama yaptı: “50+1’in hem bugün hem gelecekte önemli sıkıntılara sebebiyet vereceğini (istikrasızlık yaratacağı) ve Türkiye’yi bir kaosa sürükleyeceğini söyledim, söylüyorum…” diye Sözcü Gazetesi’ne manşet oldu.

“Recep T. Erdoğan’dan muhtar bile olmaz” dedikten sonra; kanuna karşı eylemleri nedeniyle onu olası cezalardan kurtarmak için Anayasa’yı ona uyduracak değişikliklere destek veren FETÖ sonrasının ortağı da gecikmeden 16 Kasım 2021’de gürledi: “… Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi milli bekanın güvencesi, milli birlik ve dayanışmanın sırrıdır…” dedi. Cemil Çiçek’i de; “bu tuhaf ve tahrip gücü yüksek sözlerin benzerini, Türkiye’nin istikrarsızlığa gömülmesini, anlaşmazlıkların içine düşmesini isteyen çevreler de ileri sürüyor…” diyerek ağır şekilde suçladı.

Görüldüğü kadarıyla hükümet edenler, işlerine geldikçe “milli bekanın güvencesi” diyerek getirdikleri düzenlemeyi, bir dönem sonra kaybetme olasılığı hissettiklerinde de “milli bekanın güvensizliği” olarak niteliyorlar.

Aklımızla alay ederek buna da siyaset diyorlar.!

<