İŞİN İÇYÜZÜ EMEKLİ GAZETECİNİN GÜNÜN BİRİNDE SOLUĞU KESİLİRSE..
Yaşama şaşırmış bir halde bakardı.
Şaşkınlığının arttığı hallerde, yaşam yorgunluğu başlardı.
Hıçkırarak ağlamasını, mahcubiyet duyguları içinde bastırmaya çalışırdı. Bunu da beceremezdi.
Yüzünde ve bedeninde, sık sık cerrah bıçağıyla tanışık olan bu insan bir basın emekçisiydi. Hep iyileşme umuduyla, evi ve hastane arasında devamlı mesai verirdi.
Her hastada görüntü farklıdır. Gazetecilik mesleğindeki hastalıklar ise derin düşündürücüdür. Çünkü meslek yıpratıcıdır. Gazetecinin yaşamı bir maske altındadır. Kalem tutan, yahut fotoğraf makinasının askısını omuzunda taşıyan bir meslek düşününüz. Haber nerede, siz orada. Hangi olayın ne zaman çıkacağı belirsizdir. Ayaklarınız koştuğu ve aklınız bu yarışı sürdürdüğü müddetçe varsınız.
Hep koşacaksınız. Bir adım geride kalmayacaksınız. Adımlarınız bunu başaramazsa, korkutucu gerçekler karşınıza çıkacaktır:
“İşsizlik..”
Sığınacağınız, meslekle ilgili bir sendika bulamayacaksınız. Cansız bir yapı içinde kaldığınızı fark edeceksiniz. Bundan sonrası teferruat..
Meslekteki yeteğiniz ne olursa olsun, günlerce, aylarca rol teklifi bekleyen sahne, perde sanatçılarının sabırlı bekleyişlerine itileceksiniz. Kaderinizi zorlamaya başlayacaksınız. En yakınınızda güven beslediğiniz meslektaş dostların, oyalayıcı vaadlerine takılıp kalacaksınız.
Günün birinde, içinizdeki sessiz tanığı konuşturacaksınız. O size, bir zamanlar Babı-âli’deki yaşantınızın kimyasal çözeltisini karşınıza çıkaracaktır. Meslek yıllarında, gazete yönetimlerinin “aferinleriyle” yaşamanın soğuk duş etkisini hissedeceksiniz.. Adam kullanma sanatını en iyi şekilde beceren bir gazete işverenin, ömrünüzü ziyan eden bir “doğrama makinası” olduğu anlayacaksınız. Medyadaki dramın bir “teferruat” kişiliğine bürüneceksiniz.
Gazetelere alınmış, kullanılmış, örselenmiş, yıpratılmış, hatta dışlanmış, nice meslektaşlar, aynı teferruatın acı kederini yaşamadılar mı?
Babı-âli’de doğmuş pek çok gazetenin mutfağında yaşanan aylık maaş olaylarının, teferruat cephesi böyle başlar. Emeklerinin karşılığını almayan, gazete muhasebelerinin önünde, hiç olmazsa avans alma ümidiyle esaret duyguları yaşayan gazetecilerin geçmişleri unutulamaz.
Bütün bu olaylar, bir basın emekçisinin dış yüzeyindeki, sıkıntıların emarisi sayılan derin kabarcıklara benzer.
Bir doğa yasasıdır: Gelecek bilinmez. Ama, gazetecinin geleceği, mesleğine daha ilk adımını atarken, getirilip önüne konular..
“Vefa ve sadakat göstereceksin.. Meslek uğruna kapıdan giremediğin bir yere bacadan gireceksin. Ama karşılığı ne olacak?
“Cefa ve eziyet.. Günlük başarıların, saman alevi gibi, parlayıp parlayıp sönecek.. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Savaş dik adındaki basın emekçisini düşündüm. Hastalıklı, çaresiz ve umuda takılı bir ömrün sonu:
“Başıbüyük mezarlığında noktalandı.
Maltepe’deki mezarlığın adı böyleymiş.
Bu meslek o hale geldi ki, işsizlik boyutu bir tarafa, binlerce emeklinin yaşama tutunma sorunu da, hastalıklı bir bünyeye dönüştü.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında:
“İyi ki, Gazetecilerin bir Sosyal Dayanışma Vakfı var”
diye teselli bulabiliyoruz.
Vakfı, dar günlerinde bir sığınak çatısı olarak gören meslektaşlara, kısıtlı destek yardımlarından başka bir katkı sunulamıyor.. Ama, çalışılıyor. Emekli Gazetecilerin üzerinde, “yama” gibi duran zıtlıkların aşılması için projeli çalışmalar yapılıyor..
Bakalım projelerin hayata geçirilmesinde, hangi yardımseverlerin yürek seslerini duyabileceğiz. İnanıyoruz ki, yüreklerinde gazeteci sevgisi yaşatan pek çok kimse yasal mirasçısı bulunmayan mülkleri üzerinde, bir “bağış” söz konusu olduğunda, bu tercihlerini esirgemeyecektir.