CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

İMAMIN SOFRASINDA

Mutfağımın penceresinden caminin lojmanına, lojman sakini cami imamına  komşuyum.

 Tek katlı beyaz lojman caminin avlusundadır. Lojmanın kapısının önünde  her zaman bir masa, bu masanın önünde bir çok sandalye, sandalyelerin bir adım ilerisinde büyük bir ceviz ağacı bulunur.

Bir yerde ceviz ağacı  varsa  çevresinde tüneyen  kargalar  görülür. Kargalar duvarda sıralanır.

İmam ile ailesini yaz günleri kapı önünde  sabahları kahvaltı yaparken  akşamları  yemek yerken görüyorum. 

Lojmanın önü mutfak penceremin göz hizasındadır.  Ara sıra koyu haki renkli bluzuyla kadrolu imam ile göz göze gelsem de ,  ne o bana selam vermeye, ne de ben afiyet olsun demeye cesaret ederim. 

İstanbul’da adet böyleymiş. Buraya gelince öğrendim. Biliyorum;  hani cesaret edip;

-Afiyet olsun ,desem, imam efendi  ; 

-Buyrun hep beraber olsun, diyecek. Bundan eminim.  Hatta bu nazik davet   sofranın daimi müdavimi  yaşlı baba  emekli imam da, ailenin büyüğü tarafından tekrarlanacaktır.

Bu hususta   günlüğüme   şöyle bir not düşmüşüm; …eğer karşılıklı  selamlaşma olursa, sohbet  karşılıklı nezaket sözlerinden sonra, basit bir “  iyi günler “ mesajı ile son bulur… Bir satır alta da “bu basit hamasi  mesajlar için  inisyatif  kullanmaya değmez” şerhini koymuşum. 

Karşılaştığım bazı meseleler için hocaya fetva almaya niyetim olmadığından üzerinde durmuyorum.

Bu bir yana, gelelim  öteki yana…

Aile, siyah çarşaflara bürünmüş  büyük ana, gelin, kız çocukları , diyanetten emekli yaşlı büyük baba, siyah bluzlar içinde iki delikanlı ile  kalbur altı iki çocuktan ibarettir.  

Biz  cami lojmanın karşı komşuları  yalnızlığa mahkum  emekliler, ailenin sofraya hazırlandığını,  küçük pencerelerimizden bakarak, çocukların camı avlusunda koşmalarından, şamatalarından anlarız. 

O sesler bizleri  artık hayal olan çocukluk günlerimize götürür.

Seslerden çocukların  ya top peşinde koştuğunu, ya da  ellerindeki çalı çırpıyla   birbirlerini, kedileri kovduklarını düşünürüz… 

Saygıda , örf ve adette, edepte kusur etmeyen, kara çarşaflı genç, yaşlı  hanımlar  ( misafirler de gelebiliyor) ile mağrur büyükler yemekten sonra  verdiği nimetler için şükür duası edip  kenara çekilirler. 

Yemeğe besmeleyle   başlayan  aile, yer içer, sonra   şükür  eder. 

Hanımlar, çarşaflarını indirip haki yazmalarıyla  bir müddet dinlendikten sonra masayı toplayıp içeri çekilirler. 

Sofrada son keyif çayları içildikten sonra , erkekler sandalyelerini  büyük cevizin gölgesine  çekip azıcık siyaset yaparlar.

Siyasetten sonra dini sohbete geçilir. Açık haki bluzuyla  emekli imam, ak sakalını sıvazlar, Peygamber efendimizden bir menkıbe nakleder… 

Kadınlar ellerindeki işleri bir müddet bırakıp aile büyüğünün dinlerler.  Tabi içlerinde olsam hikayeden sonra hocaya şunu sorardım;

-Hocam bu tatlı sohbeti kimlerden öğrendiniz?

Lojman bizim binaya , bizim bina lojmana bakarız. Günlerimiz böyle böyle geçer gider…

Gene  merak bu ya; apartmanın önünden her gelip  geçtikte  bizim avludaki  büyük osuruk ağacını diken hayır sahibinin kim  olduğu yolunda sorular sorarız.  

Gene  lojmanın duvarları üzerinde yükselen  genç  osuruk ağaçlarını  lojman duvarından kim aşağı   itmiş olabilir , diye  merak ederiz… 

Binamızın sakinlerinden bitkibilim ana dalı başkanı olan  saygıdeğer   profesör ablamız  bu konuda çok hassastır.  

Apartman kapısı önünde verdiği  küçük  brifinglerde    yeşilin faydaları üzerine durmuş bu arada  bahçedeki sarmaşıkları  kökünden koparanın, erik ağacının dallarını kıranın  kim ya da kimler olduğu yolunda  itirafname istemiş, lakin  fail ya da failler  ortaya çıkıp suçlarını itiraf etmemişlerdi.  

Bunun üzerine gözler ,bütün gün dairede  saklanan meçhul  yönetici üzerinde dikilmişti…

Küçük osuruk ağacını intihara sürükleyenin imam olduğu ayan beyan ortadaydı ancak diğer ağaçlar konusunda deliller elde edilememişti…

<