İMAMIN SOFRASINDA
Mutfağımın penceresinden caminin lojmanına, lojman sakini cami imamına komşuyum.
Tek katlı beyaz lojman caminin avlusundadır. Lojmanın kapısının önünde her zaman bir masa, bu masanın önünde bir çok sandalye, sandalyelerin bir adım ilerisinde büyük bir ceviz ağacı bulunur.
Bir yerde ceviz ağacı varsa çevresinde tüneyen kargalar görülür. Kargalar duvarda sıralanır.
İmam ile ailesini yaz günleri kapı önünde sabahları kahvaltı yaparken akşamları yemek yerken görüyorum.
Lojmanın önü mutfak penceremin göz hizasındadır. Ara sıra koyu haki renkli bluzuyla kadrolu imam ile göz göze gelsem de , ne o bana selam vermeye, ne de ben afiyet olsun demeye cesaret ederim.
İstanbul’da adet böyleymiş. Buraya gelince öğrendim. Biliyorum; hani cesaret edip;
-Afiyet olsun ,desem, imam efendi ;
-Buyrun hep beraber olsun, diyecek. Bundan eminim. Hatta bu nazik davet sofranın daimi müdavimi yaşlı baba emekli imam da, ailenin büyüğü tarafından tekrarlanacaktır.
Bu hususta günlüğüme şöyle bir not düşmüşüm; …eğer karşılıklı selamlaşma olursa, sohbet karşılıklı nezaket sözlerinden sonra, basit bir “ iyi günler “ mesajı ile son bulur… Bir satır alta da “bu basit hamasi mesajlar için inisyatif kullanmaya değmez” şerhini koymuşum.
Karşılaştığım bazı meseleler için hocaya fetva almaya niyetim olmadığından üzerinde durmuyorum.
Bu bir yana, gelelim öteki yana…
Aile, siyah çarşaflara bürünmüş büyük ana, gelin, kız çocukları , diyanetten emekli yaşlı büyük baba, siyah bluzlar içinde iki delikanlı ile kalbur altı iki çocuktan ibarettir.
Biz cami lojmanın karşı komşuları yalnızlığa mahkum emekliler, ailenin sofraya hazırlandığını, küçük pencerelerimizden bakarak, çocukların camı avlusunda koşmalarından, şamatalarından anlarız.
O sesler bizleri artık hayal olan çocukluk günlerimize götürür.
Seslerden çocukların ya top peşinde koştuğunu, ya da ellerindeki çalı çırpıyla birbirlerini, kedileri kovduklarını düşünürüz…
Saygıda , örf ve adette, edepte kusur etmeyen, kara çarşaflı genç, yaşlı hanımlar ( misafirler de gelebiliyor) ile mağrur büyükler yemekten sonra verdiği nimetler için şükür duası edip kenara çekilirler.
Yemeğe besmeleyle başlayan aile, yer içer, sonra şükür eder.
Hanımlar, çarşaflarını indirip haki yazmalarıyla bir müddet dinlendikten sonra masayı toplayıp içeri çekilirler.
Sofrada son keyif çayları içildikten sonra , erkekler sandalyelerini büyük cevizin gölgesine çekip azıcık siyaset yaparlar.
Siyasetten sonra dini sohbete geçilir. Açık haki bluzuyla emekli imam, ak sakalını sıvazlar, Peygamber efendimizden bir menkıbe nakleder…
Kadınlar ellerindeki işleri bir müddet bırakıp aile büyüğünün dinlerler. Tabi içlerinde olsam hikayeden sonra hocaya şunu sorardım;
-Hocam bu tatlı sohbeti kimlerden öğrendiniz?
Lojman bizim binaya , bizim bina lojmana bakarız. Günlerimiz böyle böyle geçer gider…
Gene merak bu ya; apartmanın önünden her gelip geçtikte bizim avludaki büyük osuruk ağacını diken hayır sahibinin kim olduğu yolunda sorular sorarız.
Gene lojmanın duvarları üzerinde yükselen genç osuruk ağaçlarını lojman duvarından kim aşağı itmiş olabilir , diye merak ederiz…
Binamızın sakinlerinden bitkibilim ana dalı başkanı olan saygıdeğer profesör ablamız bu konuda çok hassastır.
Apartman kapısı önünde verdiği küçük brifinglerde yeşilin faydaları üzerine durmuş bu arada bahçedeki sarmaşıkları kökünden koparanın, erik ağacının dallarını kıranın kim ya da kimler olduğu yolunda itirafname istemiş, lakin fail ya da failler ortaya çıkıp suçlarını itiraf etmemişlerdi.
Bunun üzerine gözler ,bütün gün dairede saklanan meçhul yönetici üzerinde dikilmişti…
Küçük osuruk ağacını intihara sürükleyenin imam olduğu ayan beyan ortadaydı ancak diğer ağaçlar konusunda deliller elde edilememişti…