HER ŞEY ANNEYLE BAŞLAR..
Annemmmmmmmm…
Dünyadaki en büyük “Talih piyangom” sendin.. Aklımı zenginleştirdin. Karakterimi, insanlığımı dantel gibi ördün. Bedenimin kalıbına sevgiyi, saygıyı bir anıt gibi diktin.
Duygularımı çağlayan gibi coşturan senin şevkat dolu yüreğin oldu.
Allah inancını, ruhumun aküsüne sen doldurdun. Gökteki gözüm, yerdeki kulağım ve nefesim, ana kucağında iken senin yüreğini paylaştı.
Anneler Günü’nde kimbilir ebediyetin kaçıncı katındasın?
Benim dünyam seninle başladı. Yokluğunda bile seninle devam ediyor.
Yaşadığımız bu gezegende nabzımın atışını sayıyorum. Orada da sen varsın..
Nefes alıp vermek gibi bir şeysin. O sensin diye düşünüyorum. Çocukluğumda “nazar” değmesin diye omzuma taktığın mavi boncuk, şimdi benim radarım. Ona baktıkça, sonsuzluğun bir noktasında, bana göz kırpan yıldızlardan birinde barındığını düşünüyorum. Soramıyorum: Cennete ne kadar mesafedesin?
Çocukluğumda kulağıma yerleştirdiğim en asil inanç şuydu:
“Cennet annelerin ayağını bastığı yerdedir…”
Zihnimin arşiv odasında depoladığım, kutsal anne varlığını, beynimin soylu mirası kabul ediyorum. Anamın erişilmez müstesna yeteneklerle bezenmiş bir melek olduğunu düşündüğümde ise, kendime:
“Anası onu Kadir Gecesinde doğurmuş” gözüyle bakıyorum. Bu benim için en büyük rütbe.. Huyumu, suyumu annemden aldığım için yaşam tarzımda sabrı, vicdanımda hep “hoşgörü”yü barındırıyorum. Ana çerçevemize dönersek, senin değerli varlığın üzerine kurgulanmış bir öyküyü yıllarca içimde yaşatırım.
Rivayet edildiğine göre, birisi Peygamberimize giderek sorar:
“Ben kime iyilik edeyim?”
Peygamberimiz:
“Annene..” der. Adam, daha başka kime yardım edebileceğini sorar. Peygamberden gene aynı cevabı alır:
“Annene..” Adam, sormaya devam eder:
“Başka kime? Deyince Peygamber Efendimiz, bu sefer:
“Babana.” Diye cevap verir.
Dinimizde cennete erişmek, annelerin gönlünü kazanmakla mümkün olur.
Ak sütünü helal eden anneden başka bir varlık düşünülmez.
Annemi, dindiremediğim gözyaşlarıyla sonsuzluğa uğurladıktan bir gün sonra; tahta işlemeli çeyiz sandığını açtığımda, titrek eliyle hükmedemediği satırlara, o metin, dirayetli tavrını yansıtmıştı. Bizlere, kocaman, kocaman o üç çocuğuna:
“Kuzucuklarım..” diye birkaç satır yazı bırakmıştı.
Çocukluğumuzda “bir lokma” yedirmek için tabak elinde peşimizden koşan bir anneyle başlayan rüya, buraya kadardı..
Nasreddin Hoca’nın karısı ağır hastalanmış. Hoca karısının başucuna oturup ağlamaya başlamış. Bunu gören komşuları:
“Hocam, demişler. Ağlayıp kendini perişan etme. İnşallah iyileşir.”
Hoca söylenmeye başlamış:
“Yahu, demiş. Ben iş güç sahibi insanım. Yarın bakarsınız aniden işim çıkar, acilen bir yere filan çeker giderim. Şimdi boşken bırakın doyasıya ağlayayım..”
Anneler için “Anma” günleri düzenlendi. Yaşayan anneleri hediyelerle anma geleneği her yıl cazip etkinliklerle kutlanıyor.
Kalplerde iz bırakan, varlıkları boşluğa akıp giden anneleri, öbür dünyada terazide tartsalar, her birinin evlat yetiştirirken bir boşluk tarafı ortaya çıkacaktır.
Bu konuyla ilişkilendireceğimiz denenmiş sözlerden birinde şöyle denilmektedir:
“ Annesi, bir erkeğin çevresinde dönüp dönüp ona bir çocuk gibi davrandığı sürece, o insan olgunlaşamaz..”
Anneler Gününde, armağanlarla ödüllendirilen annelerin bu yönü de unutulmamalıdır. Annesizlerin de tesellisi gözyaşları olmamalıdır.
Akılcı sözleriyle tanınan Cicero:
“En çabuk kuruyan şey, gözyaşlarıdır” der..
Hani, eskilerden kalan bir söz vardır: “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.. “Ancak, “Bağdat”ın yüzünü karalayan, ana düşmanı şu savaşçı cellatlar olmasaydı.. İnsanı anasından doğduğuna pişman eden zalimler ortaya çıkmasaydı..