HATAY = HAYAT
İnsan, dünyaya bir kere gelir.
'Biricik' yaşamını, üyelerinin birbirini sürekli itip kaktığı, üstüne ölü toprağı serpilmiş ilkel bir toplumda, ağır kanlı bir sürüngen gibi pinekleyerek geçirmek de var...
Günün yirmi dört saati canlılığını yitirmeyen, insanların birbirine saygı çerçevesinde sosyalleştiği; kütüphaneleri, sinema - tiyatro - konser salonlarıyla türlü kültür / sanat etkinliklerine erişilebilir bir 'uygar dünya kenti'nde yaşamak da...
Bu arada bir ayraç açıp "trol" diye nitelenen besleme siyasal parti militanlarından, yazımızın giriş tümcesi "insan, dünyaya bir kere gelir"e (1) kafayı takmış olanlar varsa onlara seslenelim:
Kimi Müslüman mezhepleri inancında "tenasüh" olarak geçen, Batılıların "reenkarnasyon" (Fr. réincarnation) dedikleri "ruh göçü", insanlığın gündeminde hep olagelmiş.
Platon'dan, ölen Firavun'u ve çocuklarını-ruhları yeniden doğunca bedenlerini hazır bulsun diye- mumyalatan Eski Mısırlılara; onlardan, imparator Kin Şi Huang'ı koruması için 'sekiz bin askerin kilden heykellerini' yapıp 'yeraltı ordusu' kuran Çinlilere değin tarih, bu konuda örneklerle dolu.
Trollerin, aynı zamanda dinibütün (!) olduklarını varsayarak Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) İslam Ansiklopedisi'nden, konuya ilişkin şu bilgiyi aktaralım:
"... tenâsüh mantıksal, metafizik ve empirik (2) yollardan ispat edilebilmiş bir öğreti sayılmaz."
DEFNE İLE TAÇLANAN İL
Birkaç kez gittiğimiz Hatay, özellikle de bu ilimizin merkez ilçesi Antakya, farklı uygarlıkların kaynaştığı barış / erinç ortamıyla yaşanılabilir bir 'dünya kenti'.
Daha doğrusu öyleydi.
Şimdi, 10 ilimizle birlikte 6 Şubat 2023 depremleriyle yıkılmış, tacını yitirmiş devrik, perişan bir kraliçe.
Eski bir yazımızda Hatay'ı, "Tanrı'nın defneyle taçlandırdığı il" diye nitelemiştik.
Merkez ilçe Antakya'ya ilk gidişimiz, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) Konrad Adenauer Vakfı ile birlikte düzenlediği Yerel Medya Semineri çerçevesinde, 6 – 9 Temmuz 2011 tarihleri arasında olmuştu. O gezi izlenimlerimizden bir bölümü şöyle (3):
"... Coşku, 'çok kültürlü' Antakya’nın ana karakteri gibi.
Havaalanından iner inmez, bitek Amik Ovası'nın güneyden sert esintili, uçsuz bucaksız dinginliği karşılıyor sizi.
Ama, kente yaklaştıkça tarım alanlarına hem de beton yığını, seyrek yerleşim uğruna zarar verilmiş olduğunu görüp üzülüyorsunuz.
Asi Nehri'nin ikiye böldüğü kent merkeziyse sürekli cıvıl cıvıl. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp gecenin ilerleyen saatlerine dek yaşıyor Antakya. (...)
En önemlisi de Müslümanlarla Hristiyan Arapların, Ermenilerin, Musevilerin, yüzyıllardır bir arada, barış içinde yaşadığı Antakya'nın Hürriyet ve Kuruluş caddelerindeki camilerin, kiliselerin, sinagogların iç içeliği...
Türkiye’deki -ne yazık ki- tek Ermeni köyü olarak kalan, Musa Dağı'nın eteğindeki Vakıflı Köyü'ne giderken defne ağaçlarının bolluğu dikkatimizi çekti.
Tanrı, bu barış ve hoşgörü kentinin güzel insanlarını defneyle taçlandırmış sanki diye düşündük..."
ÇİRKİN OYUNLAR
Hatay'ın cennet yeşili, mis kokulu defne ormanlarıyla, portakal ağaçlarıyla kucak kucağa tarihsel dokusu zarar görmekle kalmıyor...
Çok dinli / kültürlü yapı da ağır tehdit altında.
Sözünü ettiğimiz TGC seminerinin konuşmacılarından, meslek büyüğümüz Zafer Atay, 12 yıl önce şu tehlikeye dikkat çekmişti:
"Antakya halkının çoğu Alevi. Sınır komşumuz Suriye'deki son kargaşada ise Sünniler, egemen güç. Suriye’den kaçan Alevilerin, uzun sınır boyunca sadece Antakya’ya sığınmaları acaba bir rastlantı mı? Yoksa büyük güçler, burayı çomaklamaya mı çalışıyorlar? Aman, uyanık olalım!"
Geçen hafta Hatay'ın Dörtyol ilçesinde, AKP Hatay milletvekili adaylarının tanıtıldığı bir toplantı yapılmış. Emekli din dersi öğretmeni olduğu belirtilen bir kişinin toplantıda yaptığı konuşmayı duyunca Zafer Ağabeyin seminerdeki sözlerini anımsadık. Bilimden nasibin almadığı anlaşılan emekli öğretmen, 6 Şubat depremini,"Ben buna felaket demiyorum, rahmet diyorum. Bu deprem Allah'ın kırbacıdır." diye yorumluyor! Bir zamanlar Antakya'da yerleşik Karya topluluğunun "kâfir müşrik" olduğunu belirtip "Tanrı'nın Muhammet ümmetine, 'Buyurun bu kent sizindir.' dediğini" söylüyor. Bağlı olduğu partinin üyelerini "Ak insan" diye tanımlıyor ve kendilerini "Hatay'ı; Kuran, İslam ve Muhammet Aleyhisselam çapında İslamize etmekle görevli" sayıyor.
Müslüman - Sünni olmayan Hataylılar, ezilmesi gereken birer böcek ya!..
Hazret, bu çağ dışı, barış karşıtı 'cihatçı' anlayışıyla, rahle-i tedrisinden geçen kaç öğrencinin körpecik beynini zehirledi kim bilir?
Öğrenci velileri, aman dikkat!
BİLE BİLE LADES
Öte yandan, Hatay'ın CHP'li Belediye Başkanı Lüfü Savaş, 1,5 yıl önce olası depreme karşı kentsel dönüşüm projeleri hazırlayıp Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına gönderdiklerini açıkladı.
Bakanlık , başvuruya 1,5 yıldır yanıt verme gereği bile duymamış.
Ağır bir sorumluluk ve vebal değil mi bu!
Depremde altı bine yakın bina yıkılmış, yirmi bin dolayında can yitimi olmuş. Bir milyon 700 bin nüfusun yarısı deprem sonrası göç etmek zorunda kalmış. Her birinin geri dönmek için can attıklarına adımız gibi eminiz.
Umarız, emekli din dersi öğretmeninin fikirleri (?) ülkemizde egemen yönetim anlayışı olmaktan çıkar da Hatay yeniden, örnek insanlık kalıtı özelliklerine kavuşur.
Bu ilin ulusça bizim için ne denli önemli olduğunu da unutmayalım.
ATA'DAN SON ARMAĞAN
Hatay, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'yla Misak-ı Millî (ulusal antlaşma) sınırları dışında kalmıştı.
Nüfusunun çoğunluğu Türk olduğu hâlde Suriye topraklarına katılan Hatay, Fransızların manda (BM adına bir tür vekillik) yönetiminde, özerk bölge yapılmıştı.
Zaman içinde Fransızlar, bölgeyi bir tür sömürge olarak yönetip Hatay kendi topraklarıymış gibi davranmaya başladılar.
Atatürk, bu ili yeniden Türk topraklarına katmak için Fransızlarla savaşmayı bile göze aldı.
Hastalığının çok ileri evrede olmasına karşın parlak bir diplomasi utkusuyla başardı da.
Bu arada bedeni öylesine zayıflamıştı ki 43 kiloya inmişti. Diplomasi trafiğini yönettiği Savarona yatından Dolmabahçe Sarayı'na götürülmek için özel bir düzenek hazırlanarak tekneye bindirilebildi. Kemikleri etine batıyor, müthiş bir acı veriyordu.
Ama kafası, çağının da ilerisinde berrak, aydınlık, yurtsever bir kafaydı.
Sonsuzluğa göçmeden dokuz hafta kadar önce 2 Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti kuruldu. Cumhurbaşkanı, Tayfur Sökmen oldu. Ata'nın ölümünden sonra 1939'da da Hatay ana vatana katıldı.
Bu gün Hatay'ın yanı sıra öteki 10 ilimizde de hâlâ dindirilemeyen deprem acılarını bütün yüreğimizle paylaşıyoruz.
Ama, Hatay bize Ata'mızın son armağanıdır; ona bu bilinçle sahip çıkalım.
GRAM GRAM 'EPİGRAM'
Doksan yıl önce Nazi Partisi lütfetti de
Kutlandı 'Alman Ulusal Emekçiler Günü'.
Derken zulmü nüksetti, işçileri hapsetti;
Böyledir faşizmin sermaye ile düğünü.
1) İslamiyetin "Amentü"sündeki "ba'sü ba'de'l-mevt" (ölümden sonra mahşer gününde Tanrı'ya hesap vermek üzere diriliş); ancak din bilginlerinin ayrı ve uzun bir tartışma konusu olabilir.
2) "Ampirik" (Fr. empirique): Görgül (bir kurama değil, yalnızca gözleme dayalı),
deneysel.
3) Kerim Evren, "CeTVel", 14 Temmuz 2011 günkü TGC Bizim Gazete.