RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Hakkı söylemek


Cuma Günleri Beşiktaş’ta beş-on arkadaş bir araya geliyoruz. Bir mahfil oluşmuş durumda. O mahfilde güzel, iyi, hayırlı sohbetler oluyor. 1950’li yılların hızlı adliye-polis muhabiri Abdullah Işıklar, değerli şair Ayhan İnal, eski gazete sahiplerinden Mustafa Akkoca, bendeniz, ve her hafta değişen simalar. 
Bir haftanın değerlendirilmesi, yapılabilenler-yapılamayanlar, eski tarihlerdeki cemiyet olayları, tarihe mal olmuş kişilerle hatırası olanların anlattıkları, Recep Arslan’ın hafta boyunca yazdıkları, Ayhan İnal’in tarihe mal olmuş insanlar hakkındaki muhteşem şiirleri, hayır, hasenat, yani iyilik ve güzellik konuşuluyor.
Bu Cuma az kişiydik. Abdullah Işıklar, Ayhan İnal, Recep Arslan üçlüsüne sonradan tarih öğretmeni Mustafa da katıldı. Daha sonra da hakim Cavit bey bir çay içimlik uğradı. Güzel sohbetler oldu. Güzel hatıralar dile geldi. Öğretmen Mustafa notlar aldı. İnşallah Abdullah Işıklar’ın basın ve İslami gelişmelerle ilgili hatıralarını kitap yapmayı düşünüyoruz. Çok değerli şeylere anlatıyor. Çok değerli olaylar ve kişilerle bir arada bulunmuş.
Fetih Gazetesi’ni de haftalık olarak yayınlarken Hasan Basri Çantay onun hem dostu hem yazarıydı.

xxxx
Şule Yüksel Şenler fırtınasının estiği günler. 1970’li yıllar. Abdullah Işıklar her zaman olduğu gibi dostu Hasan Basri Çantay’ın yanında. Çantay merhun, bir kitap tutuşturuyor eline. ‘Şuna bir bak bakalım. Ne diyor, ne anlatıyor, hayra mı şerre mi delalet ediyor’ diyor.
Abdullah Işıklar kitabı alıp bakıyor. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı adlı romanı. Şu çok önemli. İlk defa seküler Türkiye’de bir dini roman yayınlanmıştı. Minyeli Abdullah. Ardından Maznun geldi. Hekimoğlu İsmail yazdı. Bilhassa Minyeli Abdullah  çok okundu, elden ele gezdi. İnsanlar susamıştı. Dine, dindara önem veren bir roman onları çok mutlu etmişti.
Şule Yüksel Şenler Huzur Sokağını bu havada yazdı. Ama çıkış yeri farklıydı ve bu farkı Müslümanlar fark etmiyorlardı. Sadece erbabı biliyordu.

Xxxx

Abdullah Işıklar romanı alıp incelemiş, bir hadis meali veriliyor romanda. ‘Birine aşık olup da bunu hayasından, arından dolayı kimseye söylemeyen kişi ahirette şehitlerle aynı değerlendirilir’. Bunu merhum Çantay’a ifade edince , Çantay hoca, ‘ha mesele anlaşıldı’ demiş.

Xxxx

Minyeli Abdullah ve Maznun cemiyetin her alanında, sivil hayatta ve resmi hayatta karşılaşılan her durumu anlatıyordu. İnsanların birbiriyle ilişkisi kadar kurumlarla ilişkileri de veriliyordu romanda. Maznun ise daha çok adliye olayıydı. İman ve ibadet Müslümanlığı merkezliydi.
Şule Hanımın bulunduğu yer itibariyle romanı aile hayatı, aşk hayatı ve cemiyet içindeki haller anlatılıyordu. Aşk, birini sevmek, kadın-erkek ilişkileri konuşulmaz konulardandı. Yaşanır ama konuşulmazdı. Şule hanım romanıyla bu konuları konuşulur hale getirdi ve gençler tarafından çok sevildi. Ama bulunduğu yer, kendi istemeden içinde bulunduğu yer siyasal İslam çevresiydi.

Aslında hizmet çevresi çerçevesini tamamlamış olsaydı o tarihlerde, Şule hanımın harekatı hizmet çerçevesine daha uygun düşerdi.

Xxxx

Haftanın Perşembelerinde bir kitapevinde Anayasa Purofesörü Servet Armağan konuştu.  Bu hafta irtihal Salih Özcan hakkında bilgi verdi ve rahmetle anılmasına vesile oldu. Emeği geçenleri tebrik etmek gerek.
Servet Armağan, Özcan’ın köy ağası olduğunu, kendi servetiyle hizmet ettiğini, Arap dünyasının liderleriyle samimiyetler geliştirdiğini, Nur Risalelerinin de Arap dünyasında tanınmasına çok çaba harcadığını anlattı. Onun kendi servetiyle hizmet ettiğini, faize, kırediye bulaşmadığını anlattı. Konuşmanın başında ise onun Faysal Finans kurucularından olduğunu söylemişti. Faysal Finansın kurucusu olmak ve faize bulaşmamak bana çok tutarlı gelmedi. Bunu Abdullah Işıklar’a anlattığımda, ‘Niye konuşmadın, niye Hakkı söylemedin’ diye çıkıştı.
Dedimki, ‘evet onu orada söyleyebilecek tek kişi bendim. Fakat ilk günden beri adımı muhalife çıkarttılar. O yüzden söyleyemedim’ dedim. Abdullah Işıklar, ‘olmaz, Hakkı söylemek gerektiğinde söylemek gerek’ dedi.
Ne diyebilirim. Hakkı söylüyordu. Orada Servet Armağan’ın tutarsız konuştuğu açıktı. Ama bir anayasa purofesörü bile tutarsız konuşabiliyorsa, vay başımıza gelenler. 

<