RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Hakikat medeniyeti

Bir zamanlar bir medeniyetimiz vardı. İnsanımız vardı. Ahlakın en küçük kaidelerine bile riayet eden, şefkatli, merhametli, namuslu, vicdanlı insanlarımız vardı. Hakkın hatırı aali idi. Hiçbir hatır Hakkın hatırının önüne geçemezdi.
Farisi şair, dünya ne metaist, erzet bi nizai diyordu. Yetimlere, öksüzlere, hastaya, yaşlıya, hanıma, çocuğa, alime, amire, ümeraya hürmet edilirdi. Meslek erbabına, ustaya, bilene, bilgiye hürmet edilirdi.

Xxxx

Bir zamanlar bir medeniyetimiz vardı. Herkes kendi had ve hududunu bilirdi. Aşmazdı sınırlarını, her şeyi bilmezdi, her şey, bildiğini iddia etmezdi. Ben demeyi edebe aykırı görürdü, o yüzden biz diye bahsederdi. Sonraları yozlaşan kimileri, ‘biz derken kaç kişsiniz?’ Diye sormaya başladı.
Edeben, edepten dolayı biz dediğini bal gibi biliyordu soranlar. Ama onlar sözde mantık aramaktan çok, uygulanan, yaşayan edebe düşmandılar.

Xxxx

Bizim medeniyetimize İslam medeniyeti de, asrı saadet medeniyeti de, göz yaşı medeniyeti de denilirdi. Temelinde ahiret inancı, Allah inancı vardı. Temelinde peygamber sevgisi vardı. Öylesine severdi ki benim insanım Hazret-i Muhammed aleyhisselatül vesellemi, çocuğuna o ismi vermez, onu Mehmet yapardı. Anlamı aynıdır. Çok hamd eden demektir. Hamdi olan, hamdli demektir. Ama o medeniyetin bir esası vardı. Hazreti Peygamberin adı telaffuz edildiğinde salavat okunması vacipti. Terki günaha girmekti.
Benim medeniyetimde herkes işine bakardı, herkes maiyetindeki, himayesi altındakilerin can ve mal güvenliğinden, haysiyet ve şeref emniyetinden sorumlu idi.

Xxxx

Hakikat medeniyetinde insanlar günah işlemiş sayılmazlar, hüsnü zan mümkün iken sui zanna yer verilmezdi. Dört şahit ve kendi itirafı olmadan hukuk o insana ceza vermezdi. Hukukun temeli, aslı hakikatti, hakikat sevgisiydi. Hakkın yerini bulması idi. Adalet en temel değerdi. Adaletin kestiği parmak acımazdı. Sonra adaletin kestiği parmak, şeraitin kestiği parmak oldu, sonra da şeraitin kestiği parmak oldu. Nasıl da saptırdı insanoğlu hakikati. Şeriat dört ana kaynaktan çıkarılan hükümler bütünüdür. Hukuktur, içtihatlar toplamıdır. Din değildir. Din adına yapılmış hukuktur. Şerait ise, içinde bulunulan şartların toplamı demektir. Artık insanlığın acılar içinde kıvrandığı zamanlarda din değil, şeriat yani din hukuku değil, içinde bulunulan şartların, şeraitin kestiği parmak acımaz kabul ediliyor.

Xxxx

Bir zamanlar bir medeniyetimiz vardı. Ulvi mi ulvi, yüce mi yüce. İki amacı vardı. Birisi Allah’ın adını yüceltmek, onu takdir ve takdis etmek, onu ululamak, öteki de adaleti yer yüzüne yaymak. Bu iki umde için insan da, devlet de, devleti içinde icraat kurumları da bu iki hedeften asla sapmazdılar.
Hasta ziyareti, yaşlı ziyareti 0tanıdık olsun olmasın- sevaptı. Fakir doyurmak, evlilik yaşına geleni evlendirmek sevaptı. Yuva yapmak sevaptı, Yuva yapana Allah yardım eder sözüyle evlenenlere yardım etmek teşvik edilirdi.

Xxxx

Bir zamanlar bir medeniyetimiz vardı. Kimse kimsenin casusu değildi. Tecessüs günahtı. Başkalarının gözündeki elifi görmek yerine herkes kendi gözündeki merteği görmek ve yok etmek zorundaydı. Herkes medenileşmekte, ahlakileşmekte kendine bakar, merhamet ve şefkatte başkalarına koşardı. Kimse kimseyi vatan haini ilan ederek kendi hanesine kazanç temin etmeyi henüz keşfetmemişti.

Xxxx

Bir zamanlar bir medeniyetimiz vardı. Süküunet ve huzur aranırdı. İnsanlar huzurdan beslenirdi. Huzuru sağlamak hedefti. İnzibatı, zabtiyesi, karakolu huzur sağlamakla mükellefti. Herkes maiyetindekilerin huzurunu sağlamakla mükellefti. Vahiy vardı bu konuda. Haala var. Unuttuğumuz, dünyayı çok değerli bir mal sanarak üzerinde elde etmek için tepişilen dünyanın geçici olduğunu unuttuğumuz günlerde vahyi de unuttuk. Her şeyi siyasi dehamızla çözmeye heveslendiğimiz hayatta hala vahiy var.

<