FİLİSTİN Mİ İSRAİL Mİ KADİMDİR? (1)
FİLİSTİN Mİ İSRAİL Mİ KADİMDİR? (1)
Filistin denilen “Kenan” toprakları üzerinde, İbrahim peygamberden önce var olan halka Filistinli deniliyor. Babil’den kaçan İbrahim peygamberin sığındığı kadim topraklardır burası. Kıtlık nedeniyle eşiyle gittiği Mısır’dan dönüp yerleştiği, neslinin çoğaldığı yerdir.
İbrahim peygamber işgalci olarak değil, sığınmacı olarak Kenan iline gelmiştir. Kendisinden sonra neslinin çoğunluğu; iş ve aş bulmak için Fravun’un Mısır’ına gitmiştir. Bir kervanın kuyuda bulup götürerek sattığı çocuk köle Yusuf; Fravun sarayında büyür, sonra vezir olur. Geçim amacıyla gelen ve Mısır halkı gibi Fravun ’un kulu ve kölesi olacak Filistinlileri Nil deltasının en verimli tarafına yerleştirir. Orada inşaat malzemesi üretir, inşaat işleri yaparlar. Taa ki “Suyun Getirdiği=Musa” tarafından topluca geri getirilene kadar. O dönemde de Filistin’de Flistinliler yaşamaktaydı.
Mısır’daki köle topluluk Filistin topraklarına ulaştığında, Musa’nın peygamberliği gerçekleşir. Ama daha yolcu durumundayken, Musa peygambere rağmen “altın buzağı” yaparak sapkınlık gösterirler. Üç yıl boyunca süren anlaşmazlık kavgaya dönüşür ve Musa peygamber öldürülür.
Mısır’dan çıkan köle topluluk; 12 boy halinde olarak saldırgan davrandığı için, bölgenin yerlileri tarafından kabul edilmez. Bu nedenle 40 yıl çölde dolaşıp durur. Nihayet zorla Filistinlilerin toprağına yerleşir. Bir teo-strateji geliştirerek “arz-ı mevud\vaad edilmiş topraklar” inancını milli ideoloji yapar. Ve bir krallık kurmayı başarırlar.
Kral peygamberler olarak bilinen Davut ve Süleyman’dan sonra yayılmacı politika nedeniyle haksızlık ve zalimliği sürdüren Yahuda krallığı; Babil Kralı Nebukadnezar tarafından MÖ 570 yılında yenilgiye uğratılır ve Yahudiler “Babil Sürgünü” yaşarlar. Yıllar sonra Zerdüşt İran ‘ın Kralı Kyros, Babil’i işgal eder. Sürgün Yahudileri de memleketlerine (Kudüs’e) gönderir. Ancak Roma tarafından yeniden darmadağın edilirler.
Filistin dışına dağılan İsrailliler, Yahudi Diasporası olarak vaat edilmiş topraklara dönüşü, bir özlem veya bir katalizör olarak ilkeleştirirler.
İşte o Yahudilerin 1946’da emperyal Avrupalı devletler himayesinde kurdukları İsrail Devleti; bugün kadim Filistin halkına cehennemi yaşatan zalimlik sergiliyor. Bu zalimlik; Mısır’dan geldiklerinde gösterdikleri gibi yinelenmek; Babil Sürgünü’e giden yol taşlarının döşemek olasılığını gösteriyor.
*****
Yahudiler, “Fırat’tan Nil’e” kadar olan toprakların Tanrı /Yahova) tarafından kendilerine, İbrahim soyuna, vaat edildiğine ve Museviliğin salt kendilerini kutsadığına inanıyor. Tanrı’nın “üstün millet” olarak ve “arzı mevut” için ahitte bulunduğunu öğretilemişler. Musa Peygamber’den sonra işgal ettikleri dönemde olduğu gibi, Filistin’de kendilerinden başkasına yaşama hakkı tanımıyorlar.
Diaspora’nın uzun süreli çabaları ve ticaret yollarına egemen olmak isteyen emperyal Avrupalıların siyaseti sonunda Yahudilerin Filistin’de devlet kurma hayali, gerçeğe dönüşür: Birinci Dünya Savaşı galibi olan bölge egemeni İngiltere; yarattığı kaos ortamında Filistin’i terk ederek inisiyatifi “Sion” örgütlemesine bırakır. 1946’da bağımsız İsrail Devleti’nn kuruluşu gerçekleşir. Perdenin arkasındaki asıl koruyucu ise; dünya egemenliği konusunda İngiltere’nin yerini alan Amerika’dır.
Demir Perde yıkılmasından (1989) sonra Amerika, gerilim politikası için bir karşı kutup yaratıp terör örgütlerini (Taliban) var etti. Terörle mücadele gerekçeyle Ortadoğu’ya ve Afganistan’a geldi. İsrail ile birlikte de Bağımsız Filistin Devleti amaçlayan “Filistin Kurtuluş Örgütü karşısında, Hamas örgütünü kurdurttu. Filistin Özgürlükçülerini, bu dinci Filistinli örgüt aracılığıyla tasfiye etti.
Binlerce sivilin ölümüne yol açan son çatışma; İsrail’in halk nezdinde kredisi biten ve yargı karşısına çıkarılması beklenen İsrail Başbakanını (Netanyahu’yu) kurtuluş hareketi olmuştur. Çünkü Hamas’ın MOSAD ve CİA’yı atlatarak (!) İsrail’e füze yağdırmış olması düşünülemez. İsrail’in üstün savaş araçlarıyla Gazze’ye ateş kusmasına gerekçe yaratmasının anlamı nedir?
Bu durumda öncelikle İsrail’in zalim faşist yönetimini mi, yoksa maşa durumundaki siyasal İslamcı Hamas’ı mı lanetlemek gerekiyor!
Ya da Birleşmiş Milletler’in mazlumlara insani el uzatıp sahip çıkmasını bile veto eden perde arkasındaki İsaril olan Amerika mı lanetlenmeli?
Rusya’ya karşı ajite ettiği Ukraynalılara savaş araçları yağdırarak mazluma sahip çıktığını öne süren ABD ve AB; nedense Yemen’de yıllardır kırılan Şiileri gündeme bile getirmemesi gibi, Filistinlilerin kırılmasına aldırmıyor. Hastahane, mabet, okul bombalayan, yaklaşık 5000 çocuk ve sivili öldüren, alenen savaş suçu işleyen İsrail’i kınamıyor bile!
*****
Öyleyse Filistin’in kadim toprak ve Filistinlilerin kadim halk olduğunu tarih içinde görmek gerekir:
Filistin; İbrahim peygamberin sığınıp yerleştiği ve Musevi kral peygamber Süleyman’ın mabedinin bulunduğu yer olan Kudüs nedeniyle kutsal topraklar kabul edilmiştir.
Hırıstiyanlar için İsa Peygamberin (Mesih) Kudüs’deki mabet bahçesinde bulunan tefeci masalarını devirerek peygamberliğini ilan ettiği yer olması nedeniyle kutsal topraklar kabul edilmiştir.
Müslümanlar için peygamberin üzerinden miraca yükseldiği taşın bulunduğu ve ilk kıble olduğu yer olması nedeniyle kutsal kabul edilmiştir.
Yakın tarihte Roma egemenliğinde olan Filistin; 638 yılında halife Ömer’in Kudüs’ü ele geçirmesiyle monist dinler açısından hep gündemde olmuştur. Müslüman işgalini sindiremeyen Hıristiyan dünya; 1099 yılında Haçlılar olarak Kudüs’ü işgal edip Latin Krallığı kurar. 1187 yılında Selahaddin Eyyübi; Hittin savaşı ile Latinleri yenerek bölgeyi yeniden İslam yönetimine alır. Bunun ardından doğudan gelen Moğol tehlikesi ise; Memlükler tarafından savuşturulur.
1600 yılın başında Portekiz donanması Kızıl denize girerek Sevakın limanını işgal eder. Böylece Kudüs, Mekke, Medine gibi kutsal kentler için büyük bir tehdit oluşturur. Bu tehlike de Yavuz Selim’in 1516’daki Ridaniye savaşı ile def edilir. Fakat 1799’da Mısır fatihi Napolyon, Filistin’e saldırır. Ama bölgenin (Kudüs) valisi Ahmet Cezzar Paşa’nın Akka direnişiyle püskürtülür.
Ne yazık ki Filistin, tarih boyunca dini, siyasi ve ekonomik nedenlerle Avrupalıların (Hıristiyan dünyanın) hep hedefi olmuştur. Ancak Napolyon’dan sonra artık askeri güçle değil, gelişen ekonomik güçle ele geçirme stratejisi uygulanmaya başlanmıştır.
*****
Osmanlı toprağı olduğu dönemde Filistin’de yaşamakta olan Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman halklar barış içinde olmuştur. Kendi aralarında yüzde 20 oranındaki özel toprakları satış yoluyla el değişimini yapmışlar. Cari usullere uyularak alıcı satıcı arasında yapılan satışlar; “tapu” veya “Ahkam defteri.” görevlileri tarafından tescil edilmiş; sahip olanlara “Atika Senet” verilmiştir. Arazi bedeli, arz-talep dengesi içinde gerçekleşmiştir. Ancak Filistin’in sürekli bir çıbanbaşı olmasına neden olan gelişme; Filistin topraklarının yüzde 80’i olan miri toprakların merkezi yönetimce gelir sağlamak amacıyla, yüksek bedelle satmasıyla başlanmıştır. Bu da 19. yüzyılda, Yahudi Devleti kurmak isteyen amaca denk düşer ve tehlikeli hali başlatır.
Büyük bir gerileme ve ekonomik iflas belirtileri veren Osmanlı Devleti; 1854’deki Kırım Savaşı ile sendelemeye başlamış. Aldığı borca karşılık İngiltere’ye Kıbrıs’ı vermiştir. Filistin’deki miri araziyi yüksek bedellerle Filistin dışından gelenlere satımı başlamış. Demoğrafik değişikliklerin getireceği tehlikeleri hesaplanmamıştır. Ay bacayı geçtikten sonra -dışarıdan gelenlere- satış yasağının konulması sonucu değiştirmemiştir!
Yahudi milleti ve Diaspora için Filistin, “arz-ı mevut”tur. Avrupa’nın emperyal devletleri için ise; uzak doğaya giden ticaret yollarının başlangıcıdır. Şam, Filistin ve Sina limanlarından vaz geçememektir.
19. yüzyılda da Filistin’in kuzeyindeki verimli topraklar, emperyal iştihaları kabartmıştır. Özellikle dünyanın tatlı su depolarından biri durumunda olan Akka Sancağı ile Bisan ovası ve Merc-i Beni Amir bölgeleri gözde topraklar olmuştur. Avrupa’nın emperyal devletleri de devlet kurmak amacıyla örgütlenen Avrupa Yahudileri eliyle bu topraklara egemen olmaya çalışmıştır. Nitekim dışarıdan gelen Yahudilerin satın alarak çiftlik kurdukları ilk yerler, bu bölgelerde ortaya çıkmıştır. 1878’de Petah Tikva, 1882’de Rishon Le Zion adlı yerleşkeler bunlardandır.
Şemsettin Sami “Kamusu’l Alam” adlı eserinde, göçler gelmezden önce Filistin nüfusunun 650 bin, Hıristiyan nüfusun 41 bin, Musevi nüfusun 25 bin olduğunu belirtir.
Bölgeye ticaret gözüyle bakanlardan Hollandalılar ile İngilizler, Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a giderlerken; Fransızlar Napolyon’un Akka yenilgisinden itibaren Kızıl Deniz yolunu amaçlamıştır. Akka yenilgisinin 70 yıl sonrası olan 1869 yılında, Napolyon’un iki denizi birleştiren rapor olurunu gerçeğe çevirir. Süveyş Kanalı’nı açarak Akdeniz’den Gazze, Hayfa, Akka ve Yafa limanlarından Kızıl Deniz’e geçiş yapmaya başlamıştır. 1848’de Gazze, 1851’de Yafa limanlarını tamir eder. Yafa limanı ahşap gümrük binasını taşlarla yeniden inşa eder.
Bu süreçte Osmanlı Devleti de bu limanlarla iç bölgelerin bağlantısını sağlamak için yol inşaatını başlatır. 1864’de Akka-Havran yolunu tamamlar. 1892 yılında peygamberin üzerinden miraca yükseldiği taşın bulunduğu ve ilk kıble kabul edilen Kudüs-Yafa demiryolunu işletmeye açar.
Yahudiler (Museviler) ve Diaspora için “vaat edilmiş” topraklar (arzı mevud), değişmeyen hedef idi. Üstelik Avrupa’nın Yahudileri, Martin Luter’in 1543’de yazdığı “Yahudiler ve Yalanları” kitabından sonra istenmeyen halk haline gelmişti. Arz-ı Mevud’a ulaşmak, daha da acilleşmişti. Çünkü Avrupa’da birçok “pogram” uygulanıyordu. Çar III. Nikola’da buna başlamıştı. Bu yüzden 1880’den itibaren Yahudiler Osmanlı topraklarına göçmeye başlamıştı. Osmanlı da Avrupa’dan kovulanlara kucak açmıştı. Rusya Yahudileri ise yoğunlukla Filistin’e gidiyordu.
1836 yılında haham Zi Hırsch Kalische, Filistin’e göç edilmesi çağrısı yapar. 1839’da Sırp haham Yahuda Kalai de “Mesih beklentisi Yahudileri atıllığa itti; Mesih beklenmeden Yahudi devleti kurulmalıdır” fetvası verir. Bunun üzerine devlet kurulması ile ilgili bir proje hazırlanır. 1840’da Teodor Herzl’in düzenlediği Basel kongresinden sonra Londra’da toplanan Sion Kongresi’ne sunulur. 1862 yılında Haham Zavi, “Sion’u aramak” (Drishat Zion) kitabıyla çağrısını yineler.
Thedor Herzl adlı Yahudi zengin de, borç temin etmekte güçlük çeken Sultan II. Abdülhamit tarafından kabul edilir. Toprak satın alması önce kabul, sonra red edilir.
Bu özendirmeler, küçük çaplı başlayan göçü yoğunlaştırır. 1882’den itibaren artan “Aliyeh” (dini nedenle Filistin’e göçerek yerleşmek); 1897 yılından resmileşen “Siyonizm\Sion” örgütü; göç ve yerleşimi yönlendirmeye başlar. Avrupa’dan kovmanın da zorunlu göçü gerçekleştirme amaçlı olduğu görülmeye başlanır.