M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

İNSAN İNSANA EMANETTİR

EĞİTİME OLAN İNANÇ "AZALIYOR" (2)

9.sınıflar okuma yazma bilmiyor 

Yürütmekte olduğumuz “İnsan İnsana Emanettir” projemiz kapsamında Şanlıurfa İli’ndeki liselerimizi ziyaret edip gençlerimizi yeniden milli ve manevi dinamiklerle buluşturabilme gayreti içinde olduğumuzu önceki yazılarımda paylaşmıştım. 

Okul müdürlerimizle görüştükçe, konferans salonlarındaki gençlerimizle buluştukça yukarda sayısal olarak aktarılan verileri yerinde görüyor olmanın hezeyanıyla sarsılıyoruz. MEB bütçesinden en çok pay ayrılan il olan Şanlıurfa’nın liselerinde okuma yazma bilmeyen 9.sınıf ( Lise 1.sınıf) öğrencilerinin sayısı azımsanmayacak kadar çok ve bu oran bazı okullarda işin içine okuduğunu / yazdığını anlamayı kattığınızda yüzde 45 lere kadar çıkıyor. Bu konuda okul açılalı bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen alınan gözle görülür bir önlem olmaması ise tabloyu daha vahim hale getiriyor. Kurum müdürleri bu konuda ya personelini “gönüllü” bir yolculuğa davet etmiş ya da durumu sadece üst kuruma iletmekle yetinip oradan gelecek cevabı beklemeye başlamış.

Evet, yanlış okumadınız. 9.sınıfa kadar geldiği, 9 yıldır okula devam ettiği halde hala okuma- yazma öğrenemeyen öğrenci sayısına “mevsimlik işçi” sorunu da eklenince geçen yıl öğrenci mevcudu sayısı 1200 lerde olan okul bu yıl 400 öğrenciyle eğitim öğretim mücadelesi veriyor. 

Ayaküstü sohbet imkânı bulduğumuz öğretmenler ise tablodan kaynaklı oldukça moralsiz ve eğitim öğretim yılının başlangıcı olmasına rağmen heves ve istekleri törpülenmiş durumda. Haksız da değiller; zira 29 harfi öğrenememiş bir gence imla kurallarını öğretmek, rakamları tam tanıyamamış ya da çarpım tablosundan bihaber bir gence integrali öğretmek mümkün olmuyor. 

İşte bu yüzden üniversite sınavına giren her 5 gencimizden biri barajı geçemiyor; 60.000 civarında öğrencimiz bu yüzden sıfır çekiyor; 200 bin civarında gencimiz bu yüzden hiçbir fen veya matematik sorusuna cevap veremiyor.

Eğitime olan inanç azalıyor

İstatistikler 8.5 milyon civarında üniversite; 1.5 milyondan fazla da üniversiteye hazırlanan öğrencimiz olduğunu gösteriyor. Yani ilk ve ortaöğretimdeki diğer öğrencilerimiz bir yana, üniversiteye hazırlanan ya da giden 10 milyon gencimiz var! Ama üniversite mezunu işsizler sıralamasında dünya birincisi, genç işsiz oranlarına bakıldığında da Avrupa şampiyonuyuz!

Bugüne kadar yazdığım ve sayısı binin üzerindeki makalelerimde insan gücü planlaması; ilgi, yetenek ve istidada göre eğitim, istihdam, meslek yelpazesinin genişletilmesi, yaratıcılık, girişimcilik ve ille de katma değeri yüksek üretime yönelik eğitim demekten dilimde tüy bitti. Ama nedense on yıllar boyunca okulları oyalama merkezi olarak kullanmanın ötesine geçemedik. Böylelikle de dershane imparatorlukları doğdu ve diploma enflasyonu başladı. 

Suriyeli ve diğer göçmenlere yönelik doğumlar hariç, yılda 1 milyon 200 bine yakın bebek doğmasına rağmen yıllık istihdamın 500 bin civarında olduğunu hesap ettiğimizde ise işsizlik oranı suratımıza tokat gibi çarpıyor ve eğitime olan inancımızı günden güne kaybediyoruz. 

Eğitimi doğumdan ölüme hayatın ta kendisi değil de sadece, ders, teste dayalı, ezberci bir sınav anlayışı, ödev, diploma olarak gördüğümüz sürece de bu tablo değişmeyecek ve aksine daha da kötüye gidecek. 

Zira kim ne derse desin; kentsel yozlaşmadan trafiğe, saygı ve liyakat erozyonundan hukuksuzluğa, doğayı talandan kadına şiddete, hayvanlara bakış açısından komşuya duyulan öfkeye, her şey eğitimde geldiğimiz noktanın bir göstergesi. Eğitim ile kalkınmışlık arasındaki denge bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bakın dünyaya; eğitimde, bilimde önde olanlar, her konuda öndeler.

Hep arz ettiğim gibi; artık söylem değil, eylem zamanı. 

Yapacaklarımız, bütün insanlığın ve varlığın sorunlarını ihata edecek nitelikte ve kapsamda, bütün insanlığın sorunlarına cevap verebilecek derinlikte ve çapta olmalı ki, yapacağımız köklü teşhis ve tespitlerin, sunacağımız uzun soluklu tahlil ve tasvirlerin, derinlikli tarif ve tekliflerin bir karşılığı olsun. Bunu da “sorumluluklarımızın ihmali” sınav yorgunu takdirlik karnelerle değil, bu farkındalığı yakalamış takdirlik karakterlerle gerçekleştirebilir; her hâl ve şartta hakikatin izini süren, hayatın her alanında hakikatin, dolayısıyla adalet ve hakkaniyetin yaşam biçimi olacağı, herkes için güven adası olmayı sunabilecek bir dirilikle inşa edebiliriz.

Unutmamalıyız ki… Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler. Genç kuşaklarını kaybedenler, geleceklerini kaybetmeye mahkûm olurlar. Gençliğin ruhunu” işlenmeyen bir tarla gibi" bıraktığınızda orada sadece ısırganlar ve dikenler oluşmasına sebep olursunuz.

İşte bu yüzden bize ifsada meyilli değil bin yıl boyunca dünyaya hükmeden ıslaha meyilli bir eğitim sistemi lazım. Zira yazım boyunca işaret ettiğim gibi binalar yükselirken insanların cüceleştiği, insani değerlerin o yükseklikle beraber eridiği bir ortamda hiçbir derinliği olmayan boyutsuz bir nesil yetişiyor.

Çözüm?

Edebi eşyadan önce öğretecek, sevgi ve saygıyı sayısal bir değer olarak değil insanın bir parçası olarak görecek, her öğrenciyi kendi ilgi, istidat ve kabiliyetine göre yönlendirecek, insanları kategorize etmeden her kesime eşit bir fırsat sunacak, kelime anlamı itibariyle “hazine” olan genç kavramının karşılığıyla eşdeğer; onları birer hazine olarak gören bir eğitim sistemi kurulacak. Bunu yapamıyorsanız hamasete gerek yok; gençliğinizi de geleceğinizi de kaybedersiniz!

Bir an evvel farkında olabilme temennisiyle.

(Bitti)

 

<