CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

EFENDİ Çu.

Dikkat! Olay Çin’de  geçiyor...

İçeri girdiğimde makam sahibi Efendi Çu  saltanat  koltuğuna  bağdaş kurarak  oturmuştu.   Kulağı telefonda, gözleri bilgisayardaydı.  

İçeri girip selam verdim. Karşılık vermedi, bir gözünü üzerime sabitledi. 

Masası  olay yeri şeridiyle çevriliydi. Corona  şeridinin üzerinde maskesiz yaklaşmayın, yazılıydı.

Saçı üç numara tıraşlı, ense kelle yerindeydi.Soyunsa  sumo güreşçisi diyebilirsiniz. Bürokrasi basamaklarının önemsiz bir basamağında   emekliliği gelmiş , kişisel gelişmesi durmuştu.  Kalıbı yerindeydi .Ceketi, yeleği,  kravatıyla koltuğu  doldurmuş görünüyordu. 

Telefondaki şahıs vergi yapılandırmasıyla ilgili  Efendi Çu ‘ya  bazı  sorular soruyor, o da efendice cevaplar veriyordu.

Karşı taraf dişli biriydi. Efendi Çu'yu  sorularıyla  sıkıştırıyordu . Aynı soruyu defalarca,   sağından solundan çekiştirerek  soruyor, görüşmeyi uzatıp duruyordu.

Efendi Çu. sabırla  tekrar cevap veriyor, muhatabı tatmin olmuyordu... Konuşma bitecek gibi görünmüyordu. 

Bu arada  camlı  makam odasının önündeki sıra da  uzadıkça  uzuyordu.

Bu hal böyle devam etti. Düşünceye dalmıştım.

Yukarıda sözünü ettiğim üzere  içeri girerken Efendi   Çu ‘ya selam vermiş, üstelik ceketimin düğmesini de iliklemiştim.  

Efendiliğim  Çu tarafından  karşılık bulmayınca  huzursuz olup canım sıkılmıştı. 

Yukarıda zikrettiğim güvenlik şeridinin dışına lütfen konulan sandalyeye oturmam için işaret  etmemişti. 

Telefon görüşmesinin  uzun süreceğini hissedince  kendi kendimi sahipsiz duran  sandalyeye buyur edip oturmuştum..

Yukarıda da işaret ettiğim gibi Efendi Çu,  uzunca  görüşmesine bir süre daha devam etti. 

Sonunda  özür dileme gereğini bile  duymadan  lütfen bitirdi.  Ben de bu arada hastane randevusuna geç kaldım. 

Uzatmayayım Efendi Çu ;

-Kimsin ve ne istiyorsun mealinde bana bakıp ,   azarlayan bir ses tonuyla  ; 

-Maskeni yukarı çek! diye ihtar edince  ben ; 

- Efendi Çu bende de , telefonunuz olsaydı, makamınıza gelmez, telefonla saatlerce sizi meşgul eder ihtarınıza muhatap olmazdım,  karşılığını verdim.

Efendi Çu. ancak kitaplarda söylenen bu cümle kalıbına karşılık vermedi, bön bön baktı.

Sorunum bir mantık hatalasıyla ilgiliydi. 

 Efendi Çu, soruna  hamasi  bir cevap verip konuşmayı kapatırken   arkamda  bekleyen   şahsa söz verdi.  

Araya girdim. Sorunumla  ilgili mevzuatın bulunduğu kitaptan bir adet  vermesini rica ettim.

Önce “yok”, dedi. Sonra durakladı ,düşündü. Teredütteydi. Sözü ele aldım; 

-Efendi Çubak ben hukukçuyum, sizde var.Biliyorum. İnkar etme. Saltanata bildirir oradan alırım,dedim

Efendi Çu , önce aldırmazlık yapıp baştan savdı, sonra ;

 -Avukatta olabilir. Avukatın odası ise  şurada,dedi.

Şurada dediği “Oradaki” odaya girdim. Avukat odasında yoktu. Odasının ışıkları kapalıydı. Sekreter de yoktu. 

Bir iki odaya daha girip çıktıktan sonra, odaların tekin yerlerden olmadığını gördüm.

Bu işten vazgeçmeye karar verdim.

Yapacak bir şey yoktu.Canım sıkkın, uzun gösterişli koridorlardan, içerilerde iyi niyetli genç insanların bir şeyler yaptığı , şeffaf odaların önünden geçtim. 

Binaya girerken Hes kodunu beyan etmem için sıraya sokulup bekletildiğim güvenlik noktasının yanından  kendimi dışarı attım.

Dışarıda yağmur yağıyor, soğuk bir hava dalgası kalbime ince bir sızı veriyordu.

Kendimi dinlemekten vazgeçtim. Kapalı dükkanların, lokantaların önünden geçtim. 

Sokakta gülen, yüksek sesle konuşan kimse yoktu. 

Kara gözlüklü, maskeli ,  siyah pardesülü birileri de bir köşe başında durmuşlar     düşünüyorlardı. 

Düşüne düşüne otobüs durağına geldim. Bir müddet bekledim. Beklerken eski bir belediye çalışanına telefon ettim.Binadaki baskıya   dayanamayıp istifa etmişti. Hastaydı. Ülkenin doğusunda Wuhan eyaletinin bir köyüne yerleşmişti. 

Arkadaşa yukarıda başımdan geçen olayı özetlerek dert yandım. 

Otobüs ile tekrar Pekin'e döndüm. Aradan bir saat geçti  geçmedi  Wuhan ‘dan   telefon geldi. Birileriyle görüşmüş.  Mmemure  Ço'nun   adını almıştı. Bunun üzerine tekrar Şanghay'a   gittim.  Yağmur ipil  ipil  yağıyordu. 

Duvarları  Japonya’dan getirilen  yanardağ  külleriyle sıvalı  akıllı belediye binasına  tekrar sıraya girdim . Hes kodu’nu  ibraz edip içeri girdim. 

Oturduğu  mekan  olay yeri şeritleriyle çevrili memure Ço ‘ya  konuyu uzaktan açıkladım.

Anlamadı. Bunun üzerine   yanıma gelmesini ric ettim. Memure Ço umursamaz;

 -Bekle, elimde iş var, deyince canım sıkıldı; 

- Bakın  memure Ço,  benim de gözcüyle randevum var, sizin yüzünüzden geç kaldım, dedim.  

Memure Ço, Sosyal mesafesini  muhafaza ederek yanıma geldi. Sakin cevap verdi; 

- Bende  de yok deyince  Ben ;

- Sayın Ço ,  koskoca belediye binasında  nasıl bulunmaz , dedim. Memure Ço; 

-Var ama bir tane .O nu da sana veremem, dedi.

 Tartışmanın seviyesi düşmek üzereydi. Sonra  ne düşündüyse gitti çıkmak üzere olan Efendi Çu. ya beni işaret etti. Bir şeyler konuştular. Kısa boylu,  kısa saçı kabarık  memure Ço yanıma  gelip ;

-Amirimde de yokmuş, dedi. Ben; 

- Yüzünüz ak olsun iki gündür beni oyaladınız,randevularıma gidemedim, diyerek esef ettim. 

Sıkıntıdan kendimi binadan  dışarı zor attım. İnce bir yağmur çiseliyor, bir takım insanlar, bet beniz soluk,  omuzları çökmüş insanlar bir yerlere doğru gidiyorlardı.

Otobüs durağına doğru yürüdüm...

<