DİL VE KÜLTÜR SAPTIRMASI
DİL VE KÜLTÜR SAPTIRMASI
Tarihsel süreçte toplumlar; dil\lisan) özelliğiyle millet\ulus olmuşlardır. Ancak bu süreçte dil, inançtan (dinden) bağımsız olmuştur.
İlkel toplumlar, totemist (ilahsız) dönemden paganist (çok tanrılı) döneme evrilirken, kabile dilinden ulusu oluşturan kabilelerin ortak dili ile kendini tanımlamışlardır. Tıpkı pağan dönemden tek tanrılı evrensel dine dönüşülündeki gibi, her ulus kendi dilinin öznelliği ve özgürlüğü ile özgürlüğünü korumuştur. Bu öznellik, o ulusun-toplumun kültürünü yansıtmıştır.
Bu yüzdendir ki atalar, -kendi kelimeleriyle konuşmayan, başkalarının kelimeleriyle, yani akliyle konuşmaya mahkumdur- demişlerdir. Çünkü Tanrı’nın yarattığı bu alemde (evrende) birer alem olan insan, birlikte yaşadıklarıyla aynı dille toplumsallaşmıştır. Diğer toplumlarıyla farklılığını, bu dil ile var edip yansıttığı kültürüyle göstermiştir.
Ne var ki günümüzde Türk dilinin eğip bükülmes, kendi inancının kutsal kitabını diliyle okumanın mekruh sayma diretmesi; din aracılığıyla dil ve ulus bağımsızlığının inkar edilmesi oluyor! Örneğin devletin en üst yöneticisinin bile “üzere” yerine “üzre”, “inşallah” yerine “inşalaa”, ulus\millet yerine “ümmet” olarak teleffuzda bulunması, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi diline hakaret şeklidir.
Kendimi aşkın şekilde böyle bir yoruma girişmemin nedenine gelince; Türkiye’deki millet ile din olgularının aynı gösterilmesinin yanlış oldğunu ifade etmeye çalışmaktır.
Özellikle Adalet ve Kalkınma partisi; iktidar olmak için her şeyi mübah görerek; büyük bir popülizmle din ile kültür konusunda halkın aklını karıştırmıştır. Her egemenin yaptığı gibi, ne kadar cehalet yaratılırsa o denli kolay güdü ve kazanç sağlanıyor. “İnançların Evrimi” adlı dört ciltllk eserimle belirttiğim Saltanatçı Emevi Ulema, bu gidişe bol bol fetva veriyor. Gazali’nin -fakihin eylem ve düşünceleri- konusunda getirdiği tanımlamayı doğruluyor:
“… Fakih\hukukçu insanları doğruluk çizgisinde tutarak dünya işlerini düzene sokmak için halkı yönetim ve disiplin altında tutma usulleri konusunda siyasi liderin öğretmeni ve yol göstericisi konumundadır (…) Fakihin dinle olan ilişkisi, doğrudan değil, dünyevilik aracılığıyladır. Devletle din ikiz kardeştir. Dini hayat, dünya imkanlarıyla zenginleşir… “ der.
IV.V. yüzyıl filozoflarından Kritios ise; “din, tanrısal cezalarla halkı korkutarak hükümdara itaatkar köle yapmak için icat edilmiştir” (1) öngörüsünde bulunmuştur. Ki Constantin ile Muaviye bu öngörüyü doğrulamışlardır.
İslamiyet’in Muhammedi anlayıştan Emevi Saltanat anlayışına yönlendirilmesi; Tanrı’nın emrettiği dini, egemenin yönetim aracı haline getirmiştir. Günümüz fakihleri (hukukçu ve ilahiyatçı) de Emevi Ulemasının saltanatı caiz göstermesi gibi bir göreve soyunmuş görünüyor!
Arap ulusunun kültürünü ve dilini İslamiyet ve ulusu ümmet göstermek; bu anlayışın günümüzde süren şeklidir. O yüzden demokrasinin olmazsa olmazı olan sandık; yurttaşa yönetici değil -reaya rai- belirleme aracı haline getirilmiştir. Tek adam dönemi yaratılmakla saltanat oluşturmanın taşları döşenmiştir.
Demokrasilerde farklı fikir ve yaşam özlemlerinin olması, “alem\insan” doğasına aykırı olmayabilir. Ama toplumsal ve bireysel özgürlüklerin kutsandığı bir çağda; devlet gücünün de kullanılarak ümmet ve kul yapılanmasına kalkışmak; saltanat uğruna parçalanmış Muhammediliğin, pağan döneme dönüştürme çabası halini alacağından, demokrasinin yok edileceğinden kaygı duyuluyor.
Böylesi bir yapılanmanın veya gidişatın ne uzay çağı uygarlığına ve ne de yaradılışı gereği ilerlemeci olan insan\alem aklına uygundur.
*****
Şeriat özlemi adına Türk ulus ve dilini Arap dil ve kültürüne feda edeneler de anlaşılabilir. Anlaşılamayan; Atatürk milliyetçiliğini bile azımsayarak “kızıl elma” peşinde olduklarını söyleyenlerin ikiyüzlülüğüdür.
Türk diline ve Atatürk milliyetçiliğine bunca saldırıya rağmen; oy “zebunu” olmak; delalet ve “zillet” yaşatmaktır!
1952 yılında zamanın hükümeti, TBMM kararına bile gerek duymadan bir Türk tugayını Kore’ye göndermişti. Bu tugay; Çin ordusu karşısında ABD’in 8. Ordusu’nu kurtarmak için kendini feda etmiş; bunu müttefikliğin gereği saymıştı. 1922 Adana doğumlu Celal İnce de; 1953’de yaptığı plakla bunu; “Amerika Amerika” şarkısıyla hicvetmişti. Bugünün Türk-İslam Sentezcisi milliyetçiler, Celal İnce kadar bile tarihini bilmiyor görünmektedir!
NATO ile gerdeğe girmekle müttefikleşilen Amerika’nın attığı “dost kazıklar;” iktidar partileri tarafından görmezden geliniyor.
O Amerika ki:
. 1960 yılına kadar yaptığı gizli ikili sözleşmelerle Türkiye’yi, Atatürk’ün “tam bağımsız” ilkesinden kopardı.
. 1974’te Kıbrıs sorunu sürecinde Johnson Mektubu aşağılaması ve sonra da silah ambargosu koydu
. 1992 yılında Ege’deki NATO tatbikatında Muavenet muhribimizi batırdı, 6 erimizi şehit etti.
. 2003’te Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirdi.
. 2023’te de PYD koruyucusu olarak SİHA’mızı düşürdü.
Hükümet ortakları ya “müzik notası mı vereceğiz” veya “SİHA’yı düşürmek müttefikliğe yakışmaz” diyerek geçiştirdiler. Ege’deki 180 “ada ve kayalık” işgal eden Yunanistan karşısında, Suriye’den sonra Batı Trakya’ya yerleşen Amerika hatırına sus pus oturuyorlar!
Yani ne milliyetçiler ve ne ulusalcıdırlar…
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Trkmen Şiiliği\Alevilik adlı kitap