DERYA ÜZERİNDE BİR SEYAHAT
Arkadaşım, çağdaşım, “Üsküdarı gezer iken ” yazının muharriri meşhuru üstadıma
müracaatla Üsküdar seyahatnamesi sadedinde yazmış olduğum bir yazıyı tetkiki için
kıymetli nazarına tevdi ettiğimde, üstad, fakirin seyahatname müsveddesine tenezzül
buyurup şöyle bir nazar edüp, imeyilime “ Seyahatler dünyasına hoş geldin ey Çelebi “
şeklindeki hitabıyla üç kerre ; “ yaz , yaz , yaz “ deyu nasihat etmiş idi.
Ben dahi üstadımın övgüsüne daha fazla mazhar olabilmek içün , imeyilimde tapu gibi
duran nasihatnameyi kendime kılavuz edüp gömleğimi dirseğime kadar sıyırdım.
Kendi kendüme '' al eline kalemi, yaz başına geleni'' deyu takrire başladım...
SEYAHAT YA RESULULLAH
“Şefaat Ya Resulullah,'' diyeceğine şaşırıp “Seyahat Ya Resulullah” nidasıyla yollara
revan olan meşhur Evliya Çelebi merhumun üslubundan mülhem ile ikibin onyedi
senesinin kasım ayının onyedinci Cuma sabahı besmele çekerek evden çıktım.
BİLA BEDEL
Üsküdar Belediyesinin “derya içre olup deryayi bilmeyen fakir İstanbul halkı” içün
tertip etmiş olduğu “bila bedel gemi ile boğaz turuna” dahil olup bir seyahatname
takririne karar verdim.
SİNAN PAŞA’DA CUMA HUTBESİ
Kalkış saatini unutmamak içün tabibimin tavsiyesini de alarak telefonumun alarmını
Cuma namazından sonrasına ayarladım.
Beşiktaş Sinan Paşa Camii’nde imam efendinin irad ettiği ,”Salât ve Selâm Senin Üzerine
Olsun Ey Allah’ın Resûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Habibi!” başlıklı
günün hutbesini dinledim.
Lakin üslubundan akademik bir unvana sahip, ancak gerekli heyecana sahip olmadığı
zehabina kapıldığım hatibin hutbesinden beklediğim haz ve huşuyu alamadım.
Zaten matbu hutbe metnini zoraki okuduğu gün gibi aşikar idi. Belki de havasında değil
idi.
Havaya gelince, hava biraz bulutlu ve kederli idi. Nitekim imam efendi her Cuma
hutbesi sonunda iradı mutad olan o muhteşem “Nahl suresi” nin 90. Ayetini öyle bir
suratle geçiştirdi ki, bundan başım döndü ve ziyadesiyle müteessir oldum.
İmam efendi, '' Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin
işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor'' va'zu
nasihatı söyledi mi söylemedi mi kendi kendüme hayli tereddüt geçirdim.
CUMAYI KILDIM
Yaptığım günah ve hatalardan , içimden geçirmiş olduğum bütün suizanlardan tövbe ve
istiğfar ile cemaatle iki rekat namazı eda ettim.
ÇEK KAYIKÇI KÜREKLERİ
İskarpinlerimi giyüp kayıkçıya “ Tiz çek kayıkçı, müşkülüm vardır; istikamet Üsküdar!”
deyüp yola revan oldum. Derya dalgalı, kayık bir ceviz kabuğu gibi gah batıp gah çıkıp
bir daha bir sola yatar, sallanır idi.
Maceralı bir yolculuğu müteakip Üsküdar rıhtımına vasıl oldum. Rıhtımda bir dolu
adem sıraya girmiş idi. Temsilde hata olmaz ; bindiğümüz alamet bir gemiden ziyade
bir konserve kutusuna mümasil bir nesne idi.
GEMİYE BİNERKEN VE GEMİDE...
2
Gemiye binerken tur sorumlularının sorgu suallerine muhatap olduk.
Telefonlarımızdaki imeyillerimize bakmak istediler; davetli -davetsiz misafir olup
olmadığını sual eylediler. Mesaj ibraz edemeyenlerin beyanlarıyla iktifa ettiler.
Geminin içi yuvarlak masalar etrafında kümelenmiş, ekserisi yaşlı başlı kamil ev
hanımları, gelinleri, kızları , boynu kravatlı devletten tekaüt, aile reisleri idi . Temsilde
hata olmaz; geniş salon masaların tertibiyle bir kumarhaneyi andırmaktaydı.
YOLCULAR
Bunların bir kısmı da“Ahir ömrümüzde felekten bir gün çalıp, gam alalım şu fani
dünyadan“ heva ve hevesinde iktidardan düşmüş baba ve dedeler taifesinden idi.. Devlet
edep ve terbiyesi dairesinde oturan bu zevatın kravatları sıkılmaktan bir kendir
sicimine dönmüş idi..
Bunlar güverteye birer üzüm salkımı gibi yığılmış çoğu mektep kaçkını genç kızlardan
fırsat bulup denizi dahi seyredemezler idi.
Şahsen ben bu efendilerin düşünceli hallerinden “ neyse, biz görmedik, bari gençler
görsünler “ fikrini içlerinden geçirdiklerine kani oldum.
Taze gelinler ile gelinlik kızların titizlikle yaptıkları abartılı makyajlar, takma kirpikler
ile takma tırnaklar ziyadesiyle göze çarpar idi. Lakin insaf edüp ; kara çarşaflı, türbanlı ,
muhafazalı hanımları bu söylediklerimizden istisna tutalım.
Sol yanımdaki sandalyede Batı tesirinde tahsiliyle Fransız kültürüne vakıf olduğuna
kanaat kesbettiğim takribi atmış yaşlarında, şişmanca iri favorisine kır düşmüş bir
şahıs oturmakta , sağ yanımda ise Çerkezköy’ de imamlık yaptığını beyan eden orta
yaşlarda bir efendi oturmakta idi.
Kır favorili kıranta herif karşı sandalyede oturup sakız çiğneyen orta mektep talebesi
yeni yetme esmer kıza “Sen Fransız aktrist Miralle Matheu'ya ne kadar da benziyorsun”
demiş idi. Kız da yanındaki arkadaşına dönüp '' o da kimdir? '' deyu bakmış idi.
Ben dahi , saç kesimi ile bu esgeteğin meşhur Fransız aktristine tıpa tıp benzediğini
hayretle müşahede etmiş idim.
GENÇLER VE CEP TELEFONLARI...
Genç kızlar ellerinde her biri iki milyon kıymetindeki cep telefonlarıyla , hem bir
yerlerle konuşup hem selfi çekiyorlar, hem makyaj tazeliyorlar, hem de saçlarını
tarayıp kameraya gülücükler atıyorlardı.
Gene yaşı geçmiş gönlü geçmemiş hatunlar da ellerinde telefonlarıyla selfi yapıp ,
boğazın şahane görüntüleriyle hemhal olmaktaydılar...
ÇAY VE SİMİT İKRAMI
Gemi süvarisi kılığındaki bir vazifeli , seyyar bir nakil aracını sürükleye sürükleye
yolculara simit ve çay tevzi etti.
Bazı nobranların iddialarının aksine halk açgözlülük edüp simitlere saldırmadı,
fazladan çay içmedi; hakkından fazlasını talep eylemedi; verilen ile karar eyledi.
BOĞAZIN AZGIN SULARINDA
Gemimüz, Üsküdar rıhtımından hareketle karşı kıyıdan Dolmabahçe ve Çırağan
saraylarını, camileri, yalıları, köşkleri temaşa ederek Boğazın azgın sularında seyreder
idi.
Seyahat rehberi olduğunu nice vakitten sonra öğrenmiş bulunduğumuz şöyle böyle
yirmi beş- otuz yaşlarında olduğunu müşahede ettiğimiz genç bir şahıs ile elinde
mikrofon, geminin ikinci katında karşılaştık.
GEMİDEKİ SES SİSTEMİ
3
Geminin gerek fiziki yapısı gerekse ses sistemi sebebiyle, mikrofon ile icra edilen her
kelam geminin duvarlarında ve tavanında tabiri caiz ise birer tokmak tesiri yaparak
yolcularda algı bozukluğuna yol açmakta idi.
AĞAOĞLU DA NEREDEN CIKTI?
Netekim rehberimiz de bu algı bozukluğuna ilişkin bir hatırasını şöyle nakletti. Bir
seyahat sırasında sual olundukta, gençlerimiz yüzlerce senelik bir Osmanlı köşkünün
mimarının Ali Ağaoğlu olduğunu iddia etmişler. Halbuki köşk, sanat tarihinde adı
Mimar Sinan' dan sonra gelen merhum Mimar Kemaleddin'e aitmiş.
Tur rehberi bu gençlerimizdeki bu cehaletin sebebini Cumhuriyetin eğitim sistemi
üzerine atadursun gemimiz boğazın yeşilliklere boğulmuş inci mercan misali yalı, köşk,
sarayları önlerinde seyreder idi.
HALK YALILARDAKI HAYATLARI HAYAL EDIYOR...
Halk , bu köşk, yalı ve saraylarda yaşayan kişilerin sahip oldukları hayatları hayallerinde
seyrederler idi...
NETİCEDE...
Velhasılı kelam; şu idi bu idi, neticede topu topu bir buçuk saati bulan bu yolculuğun da
sonuna geldik.
Tarihler ikibinonyedi senesi kasım ayının onyedinci ikindi vaktini göstermekteydi.
Mihrimah Sultan Camii ile Yeni Valide Sultan Camii müezzinleri karşılıklı ikindi ezanını
okumaktaydılar...
Rıhtımda eli yüzü kir pas içinde bir kaç veledizina '' evli evine,evi olmayan sıçan deliğine''
deyu birilerini tiye alarak ve birilerinden kaçarak koşmaktaydılar ...