İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

DARBE, ORDU VE DEMOKRASİ

Uygar toplumlar, darbelere karşı olan toplumlardır. Çünkü demokrasiye inanırlar.

Uygar toplumlar, darbelere karşı olan toplumlardır. Çünkü demokrasiye inanırlar.

Demokratik rejimlerde halk, kendisini, dolayısıyla devletini yönetecek hükümeti, kendi oylarıyla göreve getirir. Kendi oylarıyla görevden uzaklaştırır.

Darbeler ise, oyla iktidara getirilmiş iktidarı zor ile değiştirir.

Zor, silahlı bir güç tarafından gerçekleştirilir.

Bu güç, genellikle silahlı kuvvetler, yani ordu olmaktadır.

Darbe yapan irade, demokratik bütün kazanımları, hukukun üstünlüğünü, muhalif sesi önemsemediği gibi, şiddetle bastırarak yok eder. Kendi lideri de bir diktatör olur.

Şili’de, Filipinler’de, Arjantin’de, İspanya’da, İtalya’da, Almanya’da vb yerlerde yaşanmış tüm diktatörlükler; insan onuru ve demokratik hukuk anlayışı ile bağdaşmayan bir yönetimi biçimi olmuştur. Devletin başına zor ile yerleşen yönetimin temsilcisi; “tek” adam olarak “demir yumruk” ile toplumu yönetir.

Böylesi yönetimlerin zor kullanma gücü; o ülkenin ordusu olmuştur.

Bu yüzden yakın tarihe kadar Ortadoğu ülkelerinde erken kalkan iktidarı ele geçirirdi. Aslında bu ele geçirme, zoru temsil eden ordu içindeki grupların birbirinden intikam alma eylemi şeklindeydi.

Türk Ordusu; emperyalizm karşısında ayağa kalkarak özgürlüğünü sağlayan ve bütün mazlum milletlere de idol olan halkın sembolü olmuş bir kurumdur. O nedenle “Kurtuluş”un ve “Kuruluş”un lideri olan Mutafa Kemal Atatürk’ün Ordusu olarak tanımlanır.

Nitekim TSK, Başkomutan’ın emri gereği 1960 yılına kadar kışlasından çıkmamıştır. Demokratik laik sosyal hukuk devletinin zinde koruyuculuğunu sürdürmüştür.

Ne var ki demokrasi simgesi olan “sandık” ile iktidara gelen siyasiler; siyaseti okula, mabede ve kışlaya sokunca; ordu da kışlasından çıkmaya ve dolayısıyla sivil yönetime müdahaleye gerekçe buldu.

Günümüze değin çok sayıda “darbe” oldu. İktidara karşı olmuş görünse de aslında ordu devletin deriliğindeki şahinlerin birbirlerinden intikam alma halini aldı. 1960’dan sonra kendilerini mağdur sayan EMİNSU örgütlemesi, muvazzafları rahat bırakmadılar. Siyasi partilerde yer alarak, sürekli bir çıbanı kaşıdılar. NATO örgütlemesini gerçekleştirmiş emperyal gücün bu durumdan yararlanmaması

Düşünülemezdi. Üstelik Türkiye, “Soğuk Savaş” döneminin ileri karakolu yapılmıştı. Devleti yönetenler, dış güdümlü olarak ve sol-sağ gerekçelerle kendi evlatlarını karşı karşıya getirdi; düşman kardeşlikler yaratıldı. 12 Mart darbesi ile tam bir intikam alma faşist süreci yaşandı. 12 Eylül ile de görünüşte toplumsal gerilim sona erdirilmeye çalışıldı. Ama aslında darbelerle güç gösterisinde bulunanların intikam alma yönteminin sona erdirilmesi isteğiydi.

“Filler tepişirken çimenler ezilir” misali; sermayenin kontrolünde gerçekleşen her darbede; hep ezilen Anadolu Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halktır. Ezen ise, “biz ağladık, şimdi de onlar ağlasın” diyen sınıf idi. Bu sınıfın kılıcı da, darbe yapan güç idi. Ve maalesf o güç, “Atatürk’ün Ordusu” olma niteliğinden uzaklaşmakta olan ordu oldu!

Çok şükür ki, bütün bu olumsuz gidişata rağmen Türk Ordusu; dünyanın çeşitli yerlerinde görüldüğü gibi, kalıcı olmak istememiştir. Her defasında en kısa zamanda yönetimi sivil yönetime teslim etmiştir. Ancak yapısı, konumu, eğitimi ve tepkisi gereği sivil anlayışın ötesinde bir disiplin anlayışı nedeniyle; daha iyisini yapma adına daha kötü Anayasalar vaz etmiştir.

1971’de “anayasa bol geliyor” denerek değiştirildi. 1980’de “kimi yanları dar” denerek değiştirilen yeni şekli; Sandıkla gelenler tarafından, özellikle AKP hükümetleri tarafından toplam 23 kez değiştirildi. Böylece bir AKP Anayasası ortaya çıktı. Şimdilerdeyse, demokratik laik hukuk sisteminin tamamen teokratikleştirilmesi için gündeme taşınıyor!

12 Eylül’de tüm demokratik kurumlar dışlandığı için, darbeciler laiklik ilkesini yok edecek şekilde Rabıta ile simgelenen alaik kesimlere sarılmak zorunda kaldı. Örneğin 82 Anayasa referandumunda iki renk oy pusulası kullanıldı. Beyazı, “evet” ve kırmızı olanı da “hayır” anlamındaydı. Benim oy kullandığım sandık görevlilerinden biri, sakallı, sarıklı ve şalvarlı biriydi. Ben oyumu sandığa atmak üzereyken müdahale etti. Çünkü pencereden yansıyan güneş ışığı, benim zarfımın içindeki oyun kırmızı olduğunu gösteriyordu. Ben de eline vurarak oyumu sandığa attım.

Sandık görevlisinin cüreti, Altıncı Filo’yu kıble ederek namaz kılıp Taksim’e çıkarak “solcu genç” avını hüner sayanların dayandığı cüret idi.

Darbeciler dışındakiler de benzer şekilde davrandı. Örneğin 2017’de sandıkla iktidara gelen, darbeci yöntemle; olağanüstü hal koşullarında ve mühürsüz oylar geçerli sayılarak; tek adam sistemi gerçekleştirildi.

Yukarıdaki anekdotu tartışmayı nakletmek için değil; hükümet devirecek kadar kendini güçlü gören darbecilerin, kimlerin himmetine mecbur kaldıklarını örneklemek amacıyla anlattım.

O şalvarlı ve sarıklıların oylarıyla kabul edilen Anayasa ile Türkiye demokratik laik hukuk yapısının geldiği şekli, hep birlikte yaşıyoruz.

Hain Fetö darbesi bahanesiyle Ordu’yu param parça eden; “Kumpas” ve “28 Şubat” davalarıyla TSK’nın demokrasiye gerçekten inanmış unsurlarını zindanlarda çürüten, “kininizi unutmayın” diye kan davası telkin eden anlayış; bugün Ordu’yu savunuyor!

Erzurumlunun dediği gibi, ört ki ölem.

<