MEHMET AYCAN

MEHMET AYCAN

CEVAPSIZ SORULAR

CEVAPSIZ SORULAR

10 Ekim 2016’da yazılmış bu yazı. Hem de YENİGÜN’de yayınlanmış… Bu sıkıntılı günlerde bu yazıyı okuyup yanıtlamaya çalışalım. 2016 sorulan soruların yanıtları alınamamış çünkü. Dileri 8 yıl sonra bu yazıyı aynen yine yayınlamayız… Hayat insanlara ağır gelmeye başladı.. Daha da ağır olmaz inşallah.. Neyse. 2016’ya dönelim…

xxx

Biraz farklı konulara girelim...

Mesela felsefe yapalım...

Kendimize sorular soralım

Mutluluk nedir?

Mutlu olduğunuzu nasıl anlarsınız?

Mutluluk belli olur mu?

Mutluluğu tarif edebilir misiniz?

Veya sevgi nedir diye soralım

Sevgiyi nasıl buluruz?

Sevginin tarifi, reçetesi var mı?

Siz seviyor musunuz?

Sevildiğinizi nasıl anlarsınız?

İşte iki dipsiz soru...

Bu soruların yaklaşık 9 milyar değişik yanıtı var...

9 milyar diyorum, çünkü yaklaşık dünya nüfusu9 milyar?

Bu konuda son bir soru daha?

Bu 9 milyar insandan kaçı mutlu, kaçı sevgiyle dolu?

Alın elinize kalemi kağıdı yazın, hesaplayın, çarpın bölün...

Sonuç...

Ne dediğinizi duyar gibiyim...

****

Ama isterseniz gelin soruları çoğaltalım...

Sevgi diye başladık ya...

Bir soruda onun devamı

Aşk nedir...

Saatlerce değil yıllarca konuşsak sonuç alamayacağız...

Aşkı hercai gönüllü biri ile tartışırsanız ne olur

(Hercai: çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar. her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; “biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım, kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki, bütün doğa bize ait olsun” der ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler. biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. o gün bugündür, karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe “kardelen”, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de “hercai” denilir. işte bu yüzden hayırsız sevgiliye “hercai” diye hitap edilir..."

Hercai'yi gönüllüyü sözlükler böyle tarif ediyor...

Bunun da içinden çıkamayacağız galiba...

Tabi tüm bunlar için en gerekli şey birey olma ve özgür olma...

Özgürlük...

Hem de bireysel özgürlük..

Hiçte anlamı yok bunun...

Ne kadar özgürsünüz...

Müdürünüzün izin verdiği kadar, yasalar çizdiği sınır kadar, patronunuzun verdiği maaş kadar... Veya eşinizin, sevgilinizin göz yumduğu kadar...

Taksiye binemezsiniz, paranız yoktur, lüks lokantaya gidemezsiniz sizi kapıdan almazlar...

Özgürlük deyince birde aklınıza eşitlik gelir...

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bazıları "çok çok çok daha eşittir"

Nedense hep sizin başınız derttedir, nedense hep sizin cebinizde para yoktur, nedense en küçük olayda polis sizin yakanıza yapışır...

Özgürlük, eşitlik derseniz aklınıza durduk yerde hemen "haklarınız’’ gelir...

Yukarıda saydıklarımız sizinde hakkınızdır...

Ama sadece hakkınızdır... Fazla ileri gitmeyin... Çünkü sahip olma şansınız hiç yoktur... Olmaz ve olamaz...

Sadece bir istisna ile...

Birileri size "yürü ya vatandaşım" derse...

Öyle haktan hukuktan bahsederken hemen bir direğe sarılırsanız adı demokrasi direğidir...

Alın bir abuk soru daha...

Demokrasi nedir?

Ünlü İngiliz Başbakanı Winston Churchill diyor ki:; demokrasi kötü bir rejimdir, ama daha iyisini bulamadık.. (Böyle idare edin demek istiyor).

Yani Demokrasi de ayrı bir açmaz...

Demokrasilerde her şeyi yapma ve söyleme özgürlüğünüz var mıdır...

ııııhhhh...

Yoktur..

Almanların yüzde 80'ni Hitler hayranıdır...

Ama Hitler'in adını telaffuz dahi edemezler...

Bakmayın öyle palavra sıktıklarına, Almanya'da Nazi partisinin kurulmasına izin verilsin ilk seçimlerde ezici bir çoğunlukla iktidara gelecektir...

Yani demokrasilerde içinizden geldiği gibi hareket edemezsiniz...

O tarihte bir kere oldu...

O da Fransız İhtilalinde anarşizm dönemidir. (Anarşizm: Hiç bir yönetime tabi olmaksızın insanların istediklerini yaptığı hiç bir kurala bağlı olmaksızın yaşayabileceğini öne süren siyasi felsefe. Kuralsızlık yumağı.)

Yani demokrasilerde siz ulu orta sevmediğiniz kişi hakkında fıkra anlatamazsınız...

Şimdi bu demokrasi deyince aklımıza; düşünce özgürlüğü geliyor...

Evet Türkiye'de düşünce özgürlüğü sonsuzdur...

Ancak o düşünceniz yasalara ve kurallara aykırıysa ve sizde düşüncenizi yüksek sesle telaffuz ettiyseniz, veya bir yerlere yazdıysanız başınız dertte demektir...

Elbette birde bu özgürlüğünüzü iktidarı eleştirmekte kullanmayacaksınız..

Avrupalı derki, bizde düşünce ve ifade özgürlüğü vardır...

Doğrudur. Avrupalılar eğitimleri sırasında öylesine bireysel ve kamusal otokontrol eğitimi almışladır ki, kuralların dışına çıkmazlar...

Yani hiç bir Alman içinde fırtınalarda esse "Hayl Hitler" diyemez, demez...

Onlar kurallar içinde düşünmeyi öğrenmişlerdir. Bir düşünce disiplinine sahiptirler.

Biz henüz o otokontrol bilincine ulaşamadık...

Özgürlüğü ulu orta fıkra anlatmak sanıyoruz bunu da demokrasi olarak niteliyoruz....

Bu ülkeye hakaret ediliyor adı "eleştiri ve özgürlük" oluyor.. Onları eleştirince de "demokrasi" yara alıyor...

Demokratlık sizlere ömür...

Yani tam bir curcuna...

İşte bu tarifi güç felsefi yapıları iyi öğrenir taşları yerine iyi koyarsak, sapla samanı karıştırmanın özgürlük ve demokrasi olmadığın öğrenirsek, bu polis ve kanun devletinden kurtulur, laik, sosyal bir hukuk devleti oluruz...

İşte o zaman eşitlik adına sokağa çıkarız, o zaman hukuk isteriz, o zaman paylaşım talip ederiz...

O zaman sevmeyi öğreniriz, o zaman aşık olmayı becerebiliriz...

Tabi tüm bunlara birde "saygı" kavramını eklemek lazım...

Saygının, yitirildiği toplumlarda bunların hiç biri olmaz...

Zaten sorun, Türkiye'de bürokratın ve siyasi erkin, vatandaşa saygı duymamasından kaynaklanıyor...

Sanki bu felsefenin tüm yasakları bize, tüm haklar da onlara aitmiş gibi davranıyorlar...

Saklamaya gerek yok,,,

Yürütme, yasama ve yargı ve de bürokrasi "sade vatandaşa" saygı duymazsa bu sorunları çözemeyiz...

Biz onlara saygı duymakla yükümlü değiliz, ama onlar bize saygı duymakla zorunlular...

Çünkü asil olan halktır...

Devlet olmanın temel kuralı budur...

Saygı yoksa, kaos vardır...

Tıpkı bu gün olduğu gibi

<