BÜYÜYÜNCE GAZETECİ OLMAK..
Cumhuriyetin 10’ncu yıl marşıyla dünyaya gözlerini açan mutlu bebeklerden biri olarak ulusal bayramlarımızın coşkusunu ve heyecanın 85’lik yüreğimde rozet gibi taşırım.
Her 23 Nisan’da, Cumhuriyet’in yaratıcı enerjisini çocuk gönlümde ısıtarak bugünlere taşımanın mutluluğunu yaşardım. Hiçbir olumsuz davranışa yenik düşmedim.
Tarih boyunca yazarlar, farklı bir psikolojik teorinin peşinde koşarlar. Duygularıyla davranışları arasında, kafa karıştırıcı aktivitelere kapılırlar. Bu bir bakıma kendi kendilerini reddetmek anlamına gelir. Yanıt şu olmalıdır: “ Duygularınız, değerinizi belirlemez. Sürekli değişen fiziksel bir bedeniniz varsa rahatsız durumunuz sizi etkiler. İçinizde, kendinizi hor görmenizi sağlayan düşünceler yoğunlaşır. Bu hallerde doğru mantık geliştiremezseniz, çarpık düşüncelerinize yenik düşersiniz. Dramatik duygular bu anları izler. Kişisel motivasyon düzeyinde bu tür dalgalanmalar yaşayan bir insan, şayet gazeteci ise kalemi kağıt üzerinde bir “tuzağa” saplanmış olur.
Bunlardan birini, ya da daha fazlasını kişiliklerine oturtanlar, sürekli gülünç ve duyarsız gözükebilirler. Bu açıdan bakıldığında, Cumhuriyet dönemi yazarlarını ve gazetecilerini rahatla tahlil edebilirsiniz.
Genç Cumhuriyet kurulduğunda çocuklarımız 23 Nisan şenlikleriyle Bayram sevincine kavuşturulduğunu da, medya iletişimi ne düzeyde idi?
Kurtuluş savaşı sonraki ekonominin kağıt kıtlığında, yayınlayabilmiş kaç gazetemiz vardı? Vatanın her santim toprağı gibi düşmana yenik düşmemiş gazeteci kalemleri de bir uyanışın simgesi olmuşlardı. Gazete yayını için kağıt temininde zorluk çeken Türk basını, her aşamayı tamamlayarak, kitle isteği doğrultusunda onurlu düzeyini korumasını becermiştir.
Okurların inancıyla bütünleşen ve günlük gazetelerde köşeleri bulunan kalem sahiplerine, “Oturaklı yazarlar” gözüyle bakılırdı. Yazarlar, okurları kendilerini gibi düşünmeye zorlamaz, ters yönde etkilemezdi..
Gazetecinin yol gösterici düşünceleri, okuyucunun hassasiyetinin “nabız atışları”na uyuyorsa, basınımız kendini denetleyecek bir ölçüye kavuşmuş olur.. Bir yazar hatır gönül işlerini ve kendi özel isteklerini sütunundaki imzasına alet etmişse, zihinsel durumundan şüphe edilmelidir..
Gazeteler toplumun müşterek aynasıdır. Asıl tehlikelisi ise, böyle müşterek bir yayın alanın da, kendisine sağlanan sütunu “hükümran” duygulara çeviren artistik kalemlerdir. Gazetedeki köşesinde, sürekli değişen fiziksel bir bedenin yeri, yatakta uzanmak olmalıdır. Yazarlık yaparken yaptığı şeyin garipliği, yatakta kalmanın kârlarını artırır. Her düşük çenelinin kaçınılmaz sonucudur. Çoğunlukla zihinsel bir çöküşün sonucu böyle hazırlanır.
Doğum anında bebeklerini ilk gören hanımlar, “erişilmez mutluluğun” doruğunda olurlar. Cumhuriyetin inanç ve fikirleriyle yoğrulmuş usta yazarların oluşturdukları “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin uzun tarihinde hep denge politikaları mevcuttur. Devlete el açmadan kendi yağıyla kavrulan ve itibar kırıcı eylemlerden uzak duran, kalemin onurunu koruyan bu saygın meslek örgütünün yaş çizgisine baktım. Cemiyet, 72 yıldan beri hizmetini devam ettiriyor.
Meslekte 67 yıla varan bir gazeteciyim. Her yıl 23 Nisan Bayramı geldiğinde, minik yavrularımızın, devletin en üst kademesinde Başbakanlık, Millet Meclisi koltuğunda, temsili görevler yüklenmeleriyle milli gururum iki kat olur.
Yıllardır dikkat ederim, bu makamların sahiplerinin, “Büyüyünce ne olacaksınız?” sorularına verilen çocuksu cevaplar hep aynı olur. Bugüne kadar, hiçbir çocuğun “büyüyünce gazeteci olacağım.” sözü duyulmadı.
Her yıl birinci Mecliste törenler düzenlenir. Minik yavrular kendilerince devletin bir makamını sahiplenirler. Devlet yönetmenin ana fikri, 98 yıldır genç çocuklarımızın dimağına işlenir.
Bu yıl kendimi yokladım. Gazeteci olunmaz, doğrulur sözüne hak verdim.