Bir gazetecinin anıları
1933 Arapgir’li Abdullah Işıklar, 4 yaşından itibaren hatırladıklarını anlattı.
Daha önceleri Cağaloğlu’da bir kitapçı dükkeanı vardı. Molla Fenari Mescidi karşısında, Çatalçeşme sokakta. Orada bir araya geliyorduk. Hemen her münevver-aydın yolu Cağaloğlu’ya düştüğünde o dükkeana uğrar, oradaki irfan sofrasından payına düşeni alırdı. Bu defa Beşiktaş’ta değişik zamanlarda, değişik çay bahçelerinde bir araya geliniyor.
Cuma Günleri öğleden sonra bir araya gelinip, akşama kadar irfan sofrasından nasipleniliyor. Ev sahibinin ikramları aralıksız sürdü.
Xxxx
Anlatım, oturumlar halinde gerçekleşti. Gazeteci, yayıncı Abdullah Işıklar kaderin tecellisiyle yaşadığı dönemin tüm eli kalem tutanlarını, tanıma şansını yakalamış, onlarla samimi münasebetler geliştirmiş.
İstedi ki, o tanıdığı insanlardan duyduklarını, gördüklerini, topluma, insanlara ışık tutma olarak telakki ederek anlatılsın. Sık sık şunu tekrarladı.
-Madem ki Cenabı Hak bana hafızamı bahşetmiş, tanıdığım o değerli insanlardan dinlediklerimi, gördüklerimi, kitaplarında olmayan hususiyetlerini gelecek nesillere anlatalım.
Bu hatıralarını anlatırken, üniversite talebesi olduğu yıllarda, gazetecilik yaptığı yıllarda, Fetih ve Mizan gazetelerini çıkardığı zamanlardaki Allah ve Peygamber sevgisini ve heyecanını aynı derecede duyduğunu ifade etti.
Yoldaki Işıklar!
Bir yol var. Üzerinden insanlar gelip geçerken önlerini, bastıkları yeri görsünler diye ışıklandırılmış yol. ‘Yol o’dur ki doğru vara’ söyleyişi bilinir. İnsanlar bazı ışıklandırılmış yollarda yürürler önlerini görerek, bazı insanlar da yola ışık olurlar, gazeteci Abdullah Işıklar tanıdığı tanıştığı insanların milleti, insanları nasıl aydınlattıklarını, irşad ettiklerini anlatıyor. Maksat hatırat yazmak değil. İnsanlara ışık saçan kişilerin kitaplarında olmayan görüşleri ve hallerini bir demet olarak sunmak.
Tevriye sanatı, edebi sanatlar içinde çok renkli bir sanattır. Ben de onu çok severim. Bir kelimeyi farklı iki anlam için aynı anda kullanmak. Yoldaki Işıklar böyle bir tevriye sanatının makesidir. Alanıdır, Mekeanıdır.
Xxxx
Abdullah Işıklar hem doğru varan yoldadır, hem de o yola ışık vermektedir. Hazreti Peygamberin mescide ‘kime vurmuşsam gelsin vursun’ diyerek sırtını açtığı, Hazreti Ömer’in, Allah ondan razı olsun, sokaklarda gezerken süte su katılmasına karşı çıkan genç kızın ödüllendirilmesinin, boyu uzun olduğu halde ganimet kumaşından bir sako yaptırmış olmasını tenkit eden sahabiye oğlunun cevap vermesini istemesini, oğlu da benim payım ile babamın payı birleşince bir ceket olmaya yetti demesini, Hazreti Ali’nin, Allah ondan Razı olsun, öldürmek üzere olduğu bir keafirin yüzüne tükürmesi üzerine, ‘seni Allah için öldürecektim. Şimdi bana tükürdün, nefsim karıştı. Onun için seni öldürmekten vaz geçtim’ davranışını kendine misal alan bir mü’min.
Xxxx
O’nu Malatya Arapgir ilçesinde ete kemiğe bürünmesinden sonra, aklında kalan ilk hatıralarından itibaren dinleyeceğiz. Anlattığı her hatıra bir devrin tahlilini yapmamıza, bütünü parçalarına ayırmamıza, bütünü görmemize ışık tutuyor.
Arapgir’de uzun kış gecelerinde hikeaye anlatan bir Avşar dayı vardır. Cönklerden, Karadavut’tan, Siyeri Nebi’de anlatırdı ama, hikeaye gibi anlatırdı. Kimi zaman kış biter, Avşar dayı ‘burada bırakıyoruz, seneye devam ederiz’ demeyi ihmal etmiyor ve seneye kış başladığında gerçekten de bırakılan yerden hikeayeye devam ediliyordu.
Bir odada toplanılır, kardeşçe oturulur, dostça muhabbet edilirdi. Namaz zamanı geldiğinde kılan kılar, kılmayan oturup beklerdi. Kimse kimseye namaz kılalım diye hatırlatmaz, ikaz etmez, baskı yapmazdı.